Binyamin Netanyahu:“Biz Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt
Devleti kurulmasını destekliyoruz”.
Yüzyıldır “saklanan gerçek” artık aşikar. İsrail bağımsız bir
Kürt devleti kurulmasının “açık stratejik hedefi” olduğunu, Türkiye “kaygısı”
duymadan ifade ediyor.
Kürt Yahudi işbirliği için “komplo yazanlar”, 1930-60’lı
yıllardan fotoğraf bulup, “delil sunma” telaşında olmayacak, yeni “referans
noktası” olarak bu cümleyi gösterecekler.
Sözü, kendimle ilgili bir hikayeyi aktararak, genişletmek
istiyorum.
Tarih Ocak 2006, yer Kosova-Priştine.
Türkiye’den politikacı ve iş adamları geliyordu, Kosova’yı
ziyarete. Bizim üniversiteyi de ziyarete gelmişlerdi. Öğrencilerle de sohbet
ediyorlardı. Sıklıkla sordukları bir soru vardı. “Neden bu kadar Amerika’ya
bağlısınız?”
Biz Kosovalılar; içinde serzeniş de geçen bu soruyu,
anlamıyorduk ve anlamlı da bulmuyorduk, Ama ortada böyle bir soru da
vardı. Biraz bize “sitem”, biraz Amerika’ya “kıskançlık” kokan.
Rahmetli Demirel’in meşhur sözünü o zamanlar bilmiş olsaydım
muhtemelen cevabım şöyle olurdu: “Türkiye adam gibi ortaya çıktı da Kosova mı
reddetti”.
Türkiye’den gelen heyetten biri bana da sordu bu soruyu.
Benim cevabım şöyle olmuştu: “Bahsettiğiniz gibi biz Amerika’ya bağlı değiliz,
Amerika Kosova Arnavutlarına bağımsızlık vereceğini söyleyen şu andaki “tanrı”,
eğer bağımsızlığımızı vermezse o “tanrıyı” derhal değiştiririz.” dediğimi
hatırlıyorum, çocuk aklımla. Ama gerçek de böyleydi.
Bizim istediğimiz Sırp zulmünden kurtulmak ve
bağımsızlığımızı elde etmek idi. Bunu Amerika yaptı ve Amerika Arnavut toplumunun
gözünde “tanrılaştı”. Hepsi buydu.
Yahudi ve Kürtler ile ilgili bilgi ortamı çok kirli ve
komplocu yazılarla dolu. Ayrıca, Yahudileri ve Kürtleri iyi tanımayan
bazılarının yazdığı hayli hatalı analizler de var. “İstihbarat kokan-psikolojik
savaş kokan” yazıların da varlığını dikkate aldığımızda, çok dikkatli okumak-yazmak
ve ana ekseni kaçırmadan, yanlışa sürüklenmeden yazabilmek oldukça maharet
istiyor.
Kürtler ve Yahudiler; Türkiye’de ve Arap dünyasında, oldukça
“ajitatif”, “düşmanı bol”, “devletlerin reaksiyonlarını çekebilen”, “komplo
geliştirmeye çok yatkın”, “meseleye makul bakanları hainlikle suçlayabileceğiniz”
bir alan. Adınız PKK’lıya, Yahudi severliğe çıkabilir.
Velhasıl, “soğukkanlı” okunması ve yazılması gereken bir
alan.
Yahudi toplumu; insanlık tarihine önemli katkılar yapmış bir
millet. Bir yönüyle de talihsiz bir topluluk. Bilinen insanlık tarihi içinde
“sürekli ve her coğrafyadan sürgün edilmişler”.Yahudi toplumlarının; toprakları
işgale uğramış ve varlıkları da yağmalanmış.
“Bozgunculuk yapmakla, verdikleri sözü tutmamakla”
suçlanmışlar. Kur’an’da Musa Peygamber’e karşı olumsuz tavırları, ders alınması
gerekir ölçüde anlatılmış. Yaradan’ın “övgüsüne layık” olan bir millet iken,
hataları nedeniyle “yerilen” bir millet olmuş.
Muhtelif coğrafyalardaki Yahudi toplulukları; Endülüs gibi,
Almanya gibi, Roma gibi, birlikte oldukları devletler ve topluluklar tarafından
“nefrete”, “ağır suçlamalara”, “soykırıma”, “sürgüne”, “cadı avlarına” muhatap
olmuşlar.
Tarihte; Asurlular, Medler, Persler, Ermeniler, Romalılar,
Mısırlılar Yahudilerin Ortadoğu’da kurdukları şehir devletlerini veya
krallıklarını yıkmışlar, topraklarını işgal etmişler ve toplumlarını zorla,
başka bölgelere göçe tabi tutmuşlar.
Bu göç ve sürgünler; Yahudilere çok çeşitli toplumlar içinde
yer edindirmiş, bir çok kültürle kaynaşmalarına neden olmuş. Milli dinleri
Musevilik onları korumuş ve bütün Dünyanın onlar için vatan olduğu “worldwide
nationality-küresel bir millet” ortaya çıkmış.
Konu çok geniş. Biz başlıktaki meseleye uygun konuyu biraz
daraltalım.“Kürtler ve Yahudiler birlikte ne yapıyorlar?” sorusunun cevabını
bulmaya çalışalım.
Yahudiler; Kuzey Irak denen, Kürtlerin daha yoğun yaşadığı
bölgeye, M.Ö. en az 3 değişik dönemde, topraklarını ele geçiren Persler,
Babilliler ve Asurlular tarafından zorla sürgün edilmişler. Yani Kuzey Irak’a
gelişleri bu sürgünler sonucu olmuş. Bu bölgede Kürtler kendilerine yardım
etmişler ve varlıklarını sürdürebilmeleri için yerleşecekleri köyler tahsis
etmişler, eğitim ve dinleri için okul ve ibadethane kurmalarına izin vermişler.
Birlikte yaşanan yüzlerce yılda ortaya “Kürtçe konuşan Yahudi Toplumu” çıkmış. Çoğunluğunun
yerleştiği bölge “Barzan bölgesi”. Bu nedenle bazıları Barzani (Barzanlı
anlamında) soyadı kullanmışlar. Not: (Barzani aşiretinin Yahudilikle alakası
yok ve Müslümandırlar-Nakşibendi Halidi koluna mensupturlar). Irak’ta 1947
yılında yapılan nüfus sayımına göre, Irak nüfusunun % 2,6’sı Yahudilerden
oluşmakta.
Yahudiler de; Filistin dediğimiz topraklarda, Osmanlı’nın
emperyal güçler tarafından paylaşımı sonrası oluşan ortamdan istifadeyle,
İngilizlerin himayesinde bölgeye getirilmiş ve Arapların tam ortasında, İsrail devletini
kurmaya ve bunu büyütmeye çalışan bir millet.
Mesele “bizim için” ne kadar “yakıcı” da olsa, bu mesele
incelenirken sakin ve tarafsız olunmalı. Doğru yolun bulunabilmesinin en büyük
düşmanı “yalanlar” olur.
Yahudiler; dinlerinin kendilerine “emrettiği” bir işi yapmaya
çalışıyor. “Tarihi vatanlarına” yeniden dönmek istiyorlar. Bu onların isteği. Eski
vatanlarına sahip olan topluluk olarak görüyorlar kendilerini. Üstelik
“soykırım” dahil, çok çeşitli zulümlere uğramış mazlum bir millet duygusu
içindeler.
Yahudiler dede babalarından kaldığını iddia ettikleri ve
1948’de devletleştikleri bu toprakları da yeterli görmüyorlar ve kendilerine
“vadedilmiş” çok geniş toprakların varlığından da söz ediyorlar. “Nil’den
Fırat’a” çok geniş büyük bir bölge söz konusu.
Bu iki parametre; “İsrail devletinin varlığının korunması”,
“Toprakların ve halkının büyütülmesi”, Yahudilerin Ortadoğu’ya yaklaşımını da
şekillendiriyor. Ancak risklerle de dolu.
Yahudiler riskleri azaltabilmek için;
-
Arap
birliğinin ve Müslüman dayanışmasının oluşmamasına,
-
Arap
dışı; Türk-Fars-Azeri-Kürt gibi, periferideki topluluk ve devletlerle
ilişkilerinin güçlendirilmesine,
-
Sürgün
durumda olan etnik Yahudi unsurların, bu ülkelerin yönetimlerinde etkin
kılınmasına,
-
Arap
milliyetçiliğinin güçlü olduğu; Mısır-Suriye ve Irak’ın istikrarsızlaştırılmasına,
-
Türkiye
ve İran’ın Filistin meselesine müdahil olmasının önüne geçilmesine,
-
Amerika’nın
küresel desteğinin güçlendirilmesine ve ABD’nin bölgedeki monarşileri kontrolü
altında tutmasına,
-
Topraklarının
ve nüfuslarının artırılmasına, stratejik seviyede önem veriyorlar.
Bu stratejik duruş çerçevesinde, Kuzey Irak’taki Kürtlerin
“özel bir yeri” var.
1948 yılı Arap-Yahudi savaşında Mısır-Irak-Suriye-Ürdün
birlikte İsrail’le savaştılar. 1967 Arap-İsrail savaşına ise Irak katılamadı.
Irak Barzan aşiretlerinin (Mustafa Barzani liderliğinde) ayaklanması nedeniyle,
bir iç savaş halindeydi. İsrail Barzani’yi silah ve para ile desteklemiş ve
Barzan aşireti de, Irak’ı İsrail’e saldıramaz duruma getirmişti.
Mısır da Suudiler tarafından etkisizleştirilmişti. Mısır’ın en
seçkin birlikleri, Kuzey Yemen’e Suudilerle çatışmaya gönderilmişti. Mısır savaşa hazırlıksız
girmek zorunda kalmıştı.
1967 savaşı için İsrail “istihbaratçılarımız en az hava gücümüz kadar etkili rol oynadı” der.
Bu savaşta İsrail’in üç büyük “yardımcısı” oldu. Kuzey
Yemen’de Mısır ile savaşan “Suudiler”, Kürtlerin ayaklanmasının her türlü alt
yapısını, MOSSAD ile işbirliği ile sağlayan “İran Şah rejimi” ve Irak devletine
karşı ayaklanan “Kuzey Irak Kürtleri-Barzani”. Bu gün ki İsrail genişlemesi ve işgal
edilmiş Filistin toprakları bu savaşın sonucu. Filistin 53 yıldır bu savaşta
kaybettiği topraklarını geri alamadı.
İsrail Kuzey Irak’taki Kürtlerle 1934’lerden itibaren
ilgilenmeye başladı. MOSSAD’ın bütün liderlerinin en önemli görev yerlerinden
birisi de Kuzey Irak Barzan bölgesi. Barzanilerin bölgesi MOSSAD’ın arka
bahçesi. Bu sıkı ilişkiden; Mustafa Barzani “Bağımsız Kürdistan kurulmasını”,
İsrail ise 1967 savaşında olduğu gibi, “düşman cephesini zayıflatmayı”
ummuştur.
Bu savaşla İsrail; 10-15’tane Arap devletinin tam ortasında
var olabileceğini ispatlamış, “mükemmel stratejik oyun ile” yakın ve orta
vadede Arap milletinin ve Arap devletlerinin, İsrail için “tehdit olabilme
kapasitesini” sıfırlamıştır.
İsrail artık “korku tünelindeki bir devlet” değildir. İsrail
birinci fazı, “var olabilmeyi” tamamlamış ve “bölgesel oyun kurucu” safhaya
geçmiştir. İkinci fazda hedefi “büyümek”. Hem toprakları ile hem toplumu ile
“büyümek”.
İsrail’e bu büyümeyi sağlayacak en yakın “müttefik”, şimdiye
kadar olanlar dikkate alınırsa, Kuzey Irak Kürtleri gözükmekte.
Kuzey Irak Kürtleri, Barzan bölgesinin Kürtleri. Barzani’nin
liderliğini yaptığı, 4 Kürt kabilesinden oluşan “konfederasyon”. Kolay
anlaşılması için biz Barzani diyelim. Yahudilerin bu kabile ilişkileri 2500
yıla yakın bir geçmişi var. Bu bölgeye zorla göç ettirilen Yahudiler, bölge
Kürtlerinin; dilini, adetini, yemeklerini, müziğini benimsemiş. İsrail’e göç
etmiş olanlar bile hala Kürtçe müzik dinlemeyi, memleket hasretini terk
etmemişler. Zaten gerek İsrail’de, gerekse Kuzey Irak’ta kurulan Kürt-Yahudi
oluşumları, müşterek bir geleceğe göre şekillendirilmiş. Bağların asla
kopmaması üzerine kurgulanmış. Kuzey Iraklı Kürtçe konuşan Yahudiler de artık
İsrail’de önemli bir güç haline dönüşmüş ve İsrail politikalarını etkileme
kapasitesine erişmiş. Ayrıca Kuzey Irak Kürtlerinin bağımsızlık mücadelesinin desteklenmesi
maksadıyla İsrail’e göç etmiş 300.000 Kürdistan Yahudi’sinin tekrar Kuzey
Irak’a dönmesine çaba sarf ediliyor.
Kuzey Irak Kürtleri bağımsız devlet kurmayı, Yahudiler de
Kürtlerle birlikte olmayı “çok” istiyorlar. Bu iki toplumun orta vade kaderleri
“bağımsız ve birlikte” kelimeleri ile birleşmiş.
Gelişen bölgesel olaylar İsrail’e bir ileri adım daha
attırdı. Suriye Kürtlerine sahip çıkmak. Bu konuda Türkiye’ye ihtarda dahi
bulundu. İsrail dini-mezhebi, hali hazır vatanı neresi olursa olsun bütün
Kürtlerle ilgilenmeyi en öncelikli görevleri arasına aldı. 1993’te kurulan “TheKurdishIsraeliFriendshipLeague”
amacını; İsrail ve Yahudiler ile Sünni, Şii, ve Yezidi gibi bütün mezheplerden
ve dinlerden Kürtlerin arasındaki kültürel ve akademik ilişkileri ile dostluğu geliştirmek
olarak belirlemiş. Yakında, “Kürtler ve Yahudiler aynı soydan geliyor” diye bir
bilimsel araştırma duyarsak, şaşırmamalıyız.
İsrail’in 1965-1975 sürecinde, Kuzey Irak’ta bağımsız bir
Kürt Devleti kurulması teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı şüphesiz. Ancak 1991
Körfez harekatı ve akabinde 2003 Amerika’nın Irak’a müdahalesi sürecinde, İsrail
çalışmalarını daha da yoğunlaştırdı. Çalışmalar (petrol rafinerilerine
sabotajlar gibi) semeresini verdi, Kürtlere haklar verildi ve “Özerk Bir Kürt
Bölgesi” kuruldu. Irak etkisizleştirildi. Kuzey Irak MOSSAD’ın operasyon üssüne
dönüştü.
İsrail ve Barzani liderliğindeki Kuzey Irak Kürtleri
birbirlerini büyütmekte. Barzani ve İsrail bu yoldan dönmeyecek. Barzan aşireti
tercihini bu şekilde kullandı. Bütün Kürtler aynı tercihi yapacak mı? Bu henüz
belli değil.
Türkiye; genel olarak Barzani aşiretinin ve bölgede yürütülen
Amerikan ve İsrail çalışmalarının dolaylı da olsa destekleyicisi olmuş
gözüküyor. Karşılık olarak PKK ile mücadele konusunda Amerikan ve Yahudi
desteği. Öcalan’ın 1999’daki teslimini bu kapsamda görmek gerek. Erdoğan’ın
Barzani’ye olumlu bakışı ve desteği, her şeye rağmen, hala sürüyor. Barzani’nin
petrolü boru hatları ile Türkiye üzerinden İskenderun limanına ve buradan İsrail’e
gemilerle götürülmekte. Erdoğan Barzani’nin bir Kürt devleti kurmasına sessiz
mi kalacak? Bu kritik soru uluslararası bir soru. Suriye’deki Kürtler için ise
Erdoğan’ın tutumu tamamen “karşı” konumda. İsrail geldiğimiz safha itibariyle
Suriye Kürtlerine de sahip çıkacağını açıkça deklare etti.
Kürtlerin bağımsızlık istemeleri anlaşılır bir mesele olmakla
birlikte, bölgesel dengeler içinde çok da riskli. İsrail’in bu riskleri taşıyıp
taşıyamayacağı şüpheli. İsrail’in Kürtleri stratejik menfaatleri için kullanmak
istemesi ve sonra terk etmesi diğer bir risk alanı Kürtler için. “Bağımsız
olmadan Kürtler bağımsız olabilir mi?” Bölgenin sınırlarının geçişkenliğinin
artırılması, merkezi hükümet yapılarının federatif yönetimlere izin vermesi ve
yerel yönetimlerin güçlendirilmesi çare olabilir mi? Araştırılmalı.
İsrail’in stratejik menfaatleri Kürt konusunda ne ölçüde
samimi olmasına imkan verir? Bölgesel bir savaşın öncelikle Kürtlere zarar
vereceği unutulmamalı.
Ama unutmamamız gereken bir konu var. Kürtler özgür olmak
istiyor. Rahatsız edici de olsa bu bir hakikat. Bunu İsrail verecekse İsrail
onların “tanrısı” olacak.
İsrail çok tehlikeli sularda yol aldığının elbette farkında.
Birinci Dünya savaşı sonrası; tükenmiş Osmanlı’ya rağmen, Arap topraklarının ve
de İran’ın işgal altında olmuş olmasına rağmen, “cılız güçlerin” dahi
başarabildiği bir denge kuruldu. Bölgede şartlar o zamana göre kıyas olmayacak
ölçüde o zamanki cılız güçlerin lehinde. Farklılık; değişen anlayış, değişen
toplumlar ve Kürtlerin güçlerinin ve nüfuslarının hayli artmış olması. Bu
İsrail’in planının uygulanabilmesi için yeterli olabilir mi? Çok şüpheli.
Peki başka bir çözüm bulunamaz mı?
Türkiye’nin 2011 yılında ortaya koyduğu çözüm, Sünni
Arapların güçlendirilmesi. Bu henüz iş görmedi ve aksine Kürtlerin Türkiye’den
uzaklaşmasına neden oldu. Erdoğan’ın oyun planındaki, Müslüman Kardeşler ve
emperyalizme direnen İslamcı unsurlardan yararlanma stratejisi; Mısır, Suriye
ve Libya’nın kesin ve tamamen kaybedilmesi, Kuzey Irak’ta Kürt oluşumunun,
Türkiye’ye kırgın, İsrail ile stratejik işbirliği olan bir bağımsız Kürdistan
devletine dönüşmesi, Suriye’de ise Kürtlerin Türkiye’ye “düşman” noktaya
sürüklenip, bir şekilde “özerk” bir imkana kavuşması ile sonuçlanacak
gözüküyor. Türkiye de yalnızlaşıyor.
Kürtlerle birinci dereceden akraba olan Türklerin meseleye
bir başka bakış açısı ile çözüm üretmesine şiddetle ihtiyaç var. Türkler
Anadolu’da Kürtlerle kaynaşmış vaziyette. Ne Arap toplumu ne de Fars toplumu bu
kaynaşmayı sağlayabilmiş değil. Bu ciddi avantaj.
Ancak taraflar birbirlerini çok yıprattılar. Suriye Kürtleri
üzerinden bu yıpratma siyaseti halen sürdürülmekte. İsrail ile müşterek
Yahudi-Kürt devleti oluşturmayı masada tutan Barzani’ye Türkiye dese; “bize
katılın”, cevapları ne olur sizce?
Unutulmamalı; Kürtlerle Türklerin ilk büyük buluşması
Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey zamanında olmuştur ve bu birliktelik bölgedeki
dengeleri değiştirmiştir.
Türkler “bir başka bakış açısı ile” yeni bir çözüm üretmek
zorunda. Mevcut çözümün netice getirmeyeceği sanırım anlaşıldı.
Bunun için tek ihtiyaç demokratik bir rejim. Kendi evini
düzenlemeyi başaracak Türkiye, komşularının evinin düzenlenmesine de daha güçlü
katkı sağlayabilir. İçinde bulunduğumuz coğrafyada en önemli yumuşak gücün
“demokratik bir yönetime sahip olmak” olduğu net.
İsrail kendi milli menfaatlerinin gereğini yapıyor, hata
Türkiye’de olmasın?
Yorumlar
Yorum Gönder
medya etigine aykiri yorumlar kabul edilmez