“Kürt Mehmet göreve” zamanı
geldi mi?
Türkiye’de bir halk deyişi var.
“Alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete”. Sanırım bu sözle
anlatılmak istenen, Kürtlere haksızlık yapıldığı.
Öyle mi bilmiyorum ama söz çıktığına göre gerçeklik payı
olmalı.
Aslında Kürtler, diğer topluluklar gibi, Türkiye’nin çok
önemli zenginliği.
Zenginlikten kastım, kültür değil. Stratejik zenginlikten
bahsetmek istiyorum.
Türkiye; Kafkas’ından Balkan’ına, Orta Doğu’suna, Orta
Asya’sına, Kuzey Afrika’sından Filistin’ine; geniş coğrafyalarda yaşamış çok sayıda
toplum için “toplanma bölgesi” olmuş bir yurt. Şartlar gelenleri ve kalanları
ikiye bölmüş, bir kısmı Türkiye’de, bir kısmı Türkiye dışında.
Bu durum, müthiş bir “demografik stratejik zenginlik”
kazandırmış Türkiye’ye.
Düşünsenize, her renkten, her kültürden, her etnik gruptan,
her coğrafyadan akrabalarınız var.
Bakış açınıza göre farklı da algılayabilirsiniz.
“Çoğunlukçu ırkçı” bakış açısıyla bakarsanız, bütün bu
“farklılar” size “tehdit” olarak görülebilir.
“Çoğulcu-katılımcı toplumcu” bakış açısıyla bakabilirseniz,
bütün bu “farklıların” size büyük fırsatlar sunduğunu da görebilirsiniz.
Yaklaşımlarınız ve ilişki biçiminiz; Türkiye dışında kalmış “parçalarla”,
içerdeki “parçaların” kolaylıkla işbirliği kurabilmesine zemin oluşturur.
Bu, hem “içerdekiler”, hem de “dışardakiler” için, müthiş bir
zenginliktir. Dış politikadan, güvenlikten, ticarete kadar, çok geniş
yelpazede, büyük fırsatlar sunar.
Türkiye, “çoğunlukla” birinci bakış açısı ile bakıyor
meseleye. Bütün bu farklılıkları “tehdit” olarak algılıyor.
Elbette; imparatorluğun son 150 yıllık “yıkım sürecindeki” ve
yeni devletin kuruluşundaki “rüştünü ispat edebilme dönemindeki”
tedirginliğinin yol açtığı güvensizlik ve onun hakim olduğu, “travmatik
psikolojiler” anlaşılabilir.
Belirli bir süreçteki hatalar “mazur” da görülebilir. Toplum
ve kamu yönetimi “hata” olduğunu anlama noktasına ulaşmış ve “yeni bir gelecek
vizyonu” çizmek istiyorsa, çekilen sıkıntılar da sineye çekilebilir. Sonraki
kazanımlar dikkate alınarak, her şey unutulabilir.
Ama 2020 yılında hala, bu “travmatik psikoloji” devlet
kurumlarına ve toplumun bir kesimine hakim oluyorsa, endişe etmek gerekir.
Hatta endişeden çok “acil tedbir alma zamanı” diye düşünüp, harekete geçmek
gerekir.
Türkiye’de, Kürtler ve “diğerleri” arasında da benzer bir
“sorun” var.
Güvensizlik ve ortak geleceği kestirememe hali hakim,
ilişkilere.
Selahattin Demirtaş’ın; “eşimle Meral Hanımın kapısını çalıp,
kahvaltıya geldik, demek isterdim” demesi, Akşener’in de “kan davalılar bile
birbirinin kapısını çalabilir, bu gelenektir” diye karşılık vermesiyle,
yukarıda değinmeye çalıştığım “sorun” yeniden toplumun gündemine geldi. Talep
ve verilen karşılık, makul insanları düşüncelere sevk etti.
Türkler ve
Kürtler arasında “kan davası” mı var?
Çok şükür
henüz yok.
Ancak
“işaretler” riskin çok güçlü olduğunu gösteriyor.
Geçmişte ve halen “olanları” merkeze koyarak baktığınızda,
“iki yönlü” bir “kan davasından” bahsetmeniz, çok kolaylaşır. Ve iki yönlü bir “nefretin”
geliştiğini görebilirsiniz.
Olanlardan ve bu meseleyle ilgili “bir kısım beyanlardan”
hareketle “olabilecekleri” tahmin edip, bu tahmini merkeze koyarak baktığınızda,
“ürkek duygularla” yine bir “muhtemel kan davasından” bahsetmeniz, ihtimal dahilinde.
Her iki tarafın “makul insanlarının”, “gelecek tasavvurlarını”
merkeze koyarak baktığınızda ise, “tatlı bir ürperti” ile “güçlü
birliktelikten” doğan, “yeni bir medeniyetin” temellerinin atıldığını görmeniz
mümkünleşir. Biraz romantik gelse de.
İki tarafta da çok sayıda insan ve siyasi hareket var,
bahsettiğim “makul” çizgide olan. Bu önemli şans. Çok acılar çekmiş insanımız
var. Bu mesele “makul yolla çözülmeli” düşüncesine sahip olan ve bu nedenle
“öldürülen” devlet görevlileri ve aydınlar var.
“Eskiler çekip gitmeden” masayı kurmak gerek. Zira “yeniler
farklı iklimin çocukları” olarak büyüdüler. Nasıl hareket edecekleri
kestirilemeyebilir.
Selahattin Demirtaş’ın; “Kürt meselesinin çözümünde eksik
olan insani boyuta” dikkat çekmesi çok önemli. “Kürt meselesinin çözümünde
insani boyut kavramını” da ihmal etmememiz gerektiğine işaret ediyor.
Ne demek insani boyut: İki “dost-arkadaş-kaderdaş-tarihdaş-yurtdaş-yoldaş
vb.” kişiden biri diğerine “derdini”, beni yanlış anlar mı demeden söyleyebilmeli,
diğeri de “ardında ne var diye sorgulamaksızın” dinleyebilmeli, demek.
İnsani boyut kaçırılırsa; oturulacak masa, masanın şekli ve
masada oturanlar değişir.
Masa “dertleşme” masası olmaz, “hesaplaşma” masası olur,
masada oturanlar mutlaka “silah” taşır ve “bir yabancı” da hakem olarak masada
yer alır.
Korkarım, gidişat bu yönde.
Bazı meseleleri çözmek için açık aşikar konuşmak, hatıra
gönüle bakmamak gerekir.
1. Bu mesele mutlaka çözülmeli, erteleme-öteleme marjı
kalmadı.
2. Türkiye’de yaşayan “diğerlerinin” çok büyük çoğunluğu,
Kürtlerin isteklerini “bölünme endişesi ile” duymak bile istemiyor. Meselenin
ciddiyetinin farkında olanlar gözünü kapatıyor.
3. Türkiye’de ve bölge ülkelerinde yaşayan Kürtler, “bağımsız
bir Kürt devleti kurulmasını” arzu ediyor. ABD’nin Irak müdahalesi, Türkiye’nin
Suriye’ye müdahalesi, bu duyguları yükselten iki önemli etki oldu. Amerika
teşvik ederek, Türkiye sindirmeye çalışarak, bu duyguları artırdı.
4. Türkiye’deki en güçlü Kürt siyasi hareketi HDP, “silahın
gölgesinden” kurtulamıyor. BM-AB-ABD ve daha bir sürü kuruluş ve devletin
“terörist” ilan ettiği PKK, “Kürt siyaseti üzerindeki en büyük vesayet”. Bazı
Kürt siyasetçileri, PKK’yı “özgürlük savaşçısı” olarak, topluma “lanse” ediyor.
Bunu Türkiye’de yaşayan “diğerlerinin” kabul etmesi mümkün değil. Kürtler, söz
konusu silahlı hareketi, haklarını elde edebilmede bir “vasıta” olarak
görürken, “diğerleri” ülkeyi bölen bir terör örgütü olarak görüyor. Bu
aşılmadan masaya oturabilmek çok zor.
5. PKK terör örgütü, “Kürt siyasal kurumlarını” ve “Kürt
toplumunu”, “silah gücüyle”, aşırı ölçüde manipüle ediyor ve “demokratik
siyasetin”; hem Kürtler arasında, hem de “diğerleri” arasında yerleşememesinin,
en büyük sebebi haline geliyor.
6. AKP ve Koalisyonu (Bahçeli-Perinçek); sorunu “güvenlikçi
politikalarla” çözmek istiyor. Bu anlayış, çözümü daha da zorlaştırıyor.
Çözümün insani boyutunu tamamen ortadan kaldırıyor. Problem “öteleniyor” ve
“büyütülüyor”. Kürtler ile “diğerlerini” kamplaştırıyor, ayrıştırıyor, ötekileştirip,
düşmanlaştırıyor.
7. Toplumsal kamplaşma, her bir katmanın “kendi mahallesinde
yığınaklanmasına” neden oluyor. Bu Türkiye’deki toplumsal harmonizasyonu
giderek yok ediyor ve gettolaşmayı tetikliyor. Etnisiteye dayanan şehirler! Ne
kadar korkutucu değil mi? Bunun bir adım sonrasını hayal edin lütfen. Türkiye
nereye gider?
8. Kullanılan “terminolojiden” ve “sıradan kelimelerden”
herkesin anladığı giderek farklılaşıyor. Meselenin “tarafları” açık ve şeffaf
değil. Kullandıkları kelimelerin “tanımları” yok. Kelimelere “yüklenen
anlamlar” farklı. Ne isteniyor, ne verilebilir, net değil. Fluğ bir ortamda,
herkesin her kelimeyi farklı anladığı bir “diyalogsuzluk hali” ortama hakim.
Söz gelimi; bağımsız Kürt devleti kurulması “gayesi”, “demokratikleşme” perdesinin
ardına gizleniyor ve “ırkçı talepler” demokrasi talepleri adı altında
“diğerlerine” sunuluyor. Bu “diğerlerinin” demokratikleşme taleplerini
reddetmesinin, farklı algılamasının ikinci en önemli nedeni.
9. Irak ve Suriye’de meydana gelen “değişimin”, bu ülkelerde
yaşayan Kürtlere “farklı statüler kazandırmasına”, Kürtler ve “diğerleri”
farklı farklı yaklaşıyor. Kürtler; Irak ve Suriye’de elde edilen hakları,
“uluslaşma ve bağımsız devlet kurmada bir adım” olarak görürken, “diğerleri”;
bu ülkelerde oluşan Kürt yapılarının, yarın Türkiye’yi bölmede aktif rol
alacağını düşünüyor.
10. “Gelinen duruma bağlı olsa da”, bütün coğrafyalardaki
Kürtlerin; ABD-İsrail-Rusya-AB gibi, “bölge dışı güçlerle” çok yakın ilişki ve
işbirliği halinde olmaları, hatta onların “korumaları” altında bulunmaları,
Türkiye’deki “devlet refleksini” ve “diğerlerinin toplumsal reflekslerini”,
meselenin çözümünü zorlaştıran “sert ve uzlaşmaz” noktalara itiyor.
“Diğerlerini”, devleti-ülkeyi koruma refleksi ile meseleye bakar hale
getiriyor.
11. Bu meseleden beslenen “Kürt ırkçıları” ve “Türk ırkçıları”,
“çözümsüzlüğü” daha da tetikliyor. Bu grupların; “siyasi reytingleri”, gerilim
ve çatışmalara bağlı olarak yükseliyor. Bu onlara “yarar sağlarken”, toplumun
tamamına “onarılmaz” zararlar veriyor. “Çift yönlü ırkçılık” toplumu ve
siyaseti “esir alıyor”, Türkiye’nin “demokratikleşmesini önlüyor” ve “Kürtlerin
de demokratik haklarını elde etmelerine” mani oluyor.
12. Sorunun çözülememesi, Türkiye’ye “güç kaybettiriyor”. Dış
politik “angajmanlarda” bu mesele öncelikle “dikkate alınan parametre” haline
geldiği gibi, üçüncü taraflarla görüşmelerde de “masaya sürüldüğü” ve “şart
koşulduğu” için, Türkiye’nin dış politikasının da “anlamsız” şekilde,
savrulmasına, deyim yerinde ise, “beka arayışları” içinde; kısırlaşmasına,
taktik düzeyden bir türlü stratejik düzeye sıçrayamamasına ve Türkiye’nin
stratejik değeri ile uyumlu “büyük oyunları” oynayamamasına neden oluyor.
13. Terörün ve güvenlikçi çözüm politikalarının oluşturduğu,
psikolojik atmosfer ve diyalogsuzluk, “makul insanların” ve “makul siyasi
yapıların”; meseleye farklı yaklaşmasına, çözüm üretebilmesine, alternatifler
geliştirebilmesine de “engel” oluyor. Vatan hainliği ile suçlanma riski farklı
çözüm önerilerine sahip, “makul tarafları” bloke ediyor, susturuyor. Bir türlü
“kısır döngüden” kurtulmak mümkün olmuyor.
14. En kötüsü; sorun çözülmeyip ötelendikçe, Türkiye “üçüncü
kategori” bir ülke konum ve kapasitesini, aşamıyor. Süper ülkeler ligine
çıkamıyor. Küresel oyunların içinde “hak ettiği yeri” alamıyor. AB ve bir
anlamda ABD ile, “stratejik ilişkilerini”, daha “küresel bir seviyeye”
taşıyamıyor. AB ile ABD pazarlıklarında, “bu mesele” diğer bütün ilişkileri
“körletecek-kirletecek” şekilde, listenin ilk sırasını işgal edip, Türkiye’nin
pazarlık gücünü adeta sıfırlıyor.
Sizlerin de bu listeye ilave edeceğiniz hususlar elbette
vardır.
Türkiye’nin bu meseleye yaklaşımında “büyük hatalar” elbette
var. Ama Kürtlerin de tercihlerinin, çözüm getirebileceğini iddia etmek, hayalden
öte değil.
Türk-Fars-Arap üçgeninde konumlu Kürtlerin, “makul
yaklaşımları” zorlaması, kan ve göz yaşından başka bir şey getirmez. Makulün
aşılması işi çıkmaza sokar.
Kürtlerin içlerinde yaşadıkları, Türk-Fars ve Arap devletlerini
“bölerek” bulmaya çalıştıkları çözüm, çözüm değildir.
ABD-Rusya-İsrail gibi devletlerden stratejik destek alarak,
“Kürt ulusunun klasik anlamda inşası ve bağımsız bütünleşmiş Kürdistan
kurulması”, bu coğrafyada neredeyse imkansız.
İsrail dışında böyle bir maceraya, ne ABD ne de Rusya
“doğrudan” giremez.
İsrail’in de gücü yetmez.
İsrail arzu edebilir. Üzerindeki; “Arap milliyetçiliği” ile
“Müslüman tehdidini” zayıflatmak isteyebilir. Ancak, İsrail’in böyle bir
meseleye “ön ayak olacak” politikalar benimsemesi, unutamayacağı “bir Türk
tehdidini” de tarihi boyunca karşısına alması anlamı taşıyacaktır. Gözleri
körleşmiş bazı Yahudiler bunu hayal ediyor olabilir. O zaman bitmeyecek bir
mücadeleye de hazır olmalılar. Yahudilerin de kendilerini makule çekmesi
gerekir.
İçinde yaşadığımız coğrafya, “uzlaşılar coğrafyası”.
Sosyolojik anlamda sınırları belirsiz, halkları iç içe yaşayan bir coğrafya. Bu
“uzlaşı coğrafyasında” halkların uzlaşıyı yakalaması gerek.
Yüz yıllardır kan dökülen bir coğrafya olmasına rağmen,
taşıdığı kültür kodları ile “barışın en çok yakıştığı coğrafya”.
Bu coğrafyada iki mesele eksik bırakılmış. Filistinlilere ve
“Kürtlere haklarının verilmesi”.
Yaşananlardan sonra, pek çok toplum ve devlet bu meselenin önemini
daha iyi anladı diye düşünüyorum. Aksi halde yüklenilecek riskleri de hesaba
katmak gerek.
Sıkıntı, “bu işin nasıl olacağında” gözüküyor.
Türkiye, bu meselenin hallinde öncülük edebilecek en
avantajlı coğrafyaya ve toplum yapısına sahip diye düşünüyorum.
Türkiye’nin; süratle “katılımcı demokrasiye” geçebilecek
kapasite ve tecrübeye sahip oluşu, yaşanan bütün kötü şeylere rağmen,
etnisiteye dayalı gettolaşmanın henüz olmaması, siyasi nasyonalizmin baskın
figür olmasına rağmen, bu meselenin çözümüne yatkın, sessiz ama makul
çoğunluğun ve makul siyasi anlayışların hala muhafaza ediliyor olması, batı
demokrasileri ile kurumsal ilişkilere sahip oluşu, çoklu kültüre sahip oluşu,
ekonomik-ticari ve sanayi kapasitesine sahip oluşu, batıya kolayca açılmaya
imkan vermesi gibi, avantajları vardır.
Bu avantajlar; Türkiye’nin hem kendi “Kürt meselesini”
çözmede katkı verici olduğu gibi, hem de Irak, İran ve Suriye’deki Kürtlerin
meselelerinin çözülmesinde de ciddi katkılar sunar.
Elbette, bütün bunların olabilmesi, Kürtlerin; barış,
demokrasi ve birlikte yaşama adına bu topluma bir taahhütte bulunmasını gerektirmektedir.
- Türkiye’yi bölmek gibi bir
amaçlarının olmadığını, topluma güçlü bir şekilde deklare etmeliler,
- Türkiye’de “anayasal eşit haklara
sahip olmak” ilkesi ile sınırlı, coğrafi bir bölünmeyi öngörmeyen, Türkiye’nin
kurucu halklarından birisi olarak, Türkiye’nin merkezi ve yerel yönetimlerine
talip olan, bir hukuki statü ile yetineceklerini açıklamalılar,
- Bütün bölgede, “Büyük Kürdistan’ı
kurmak” gibi bir hayalleri olmadığını, toplumlara inandırmalılar,
- Türkiye, İran, Irak, Suriye,
Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan’ın oluşturacağı, “ulaşım ve dolaşımın serbest
olduğu” bir coğrafya içinde, “kendi toplumları için sosyolojik bütünleşmeyi”
yeterli görebilecekleri, bir bölgesel işbirliğini benimsemeliler,
- Bölge dışı güçlerin desteğini
reddetmeliler.
“Diğerleri” de, amasız-fakatsız haklarını, onların talebine
bakmaksızın, vermeliler.
Bu konuyu, Balkanlardan bir örnek vererek kapatmak isterim.
Kosova örneği, kötü örnek ve çözüme ulaşılamayan ve krizin ne
zaman patlayacağı kestirilemeyen örnek.
Kosova’da, çoğunluk Arnavutların. Sırplar da ikinci sıradaki
etnisite. Kosova anlaşması Sırpların “coğrafi esasa göre kümelendirilmesi”
esasına göre, idari bir yapı öngörmüş. İki taraf, elleri tetikte, sürekli
çatışma hali yaşanıyor. Devlet inşası bile mümkün olmuyor.
Makedonya’da ise, coğrafi bölümlenme esas alınmamış. Makedon
ve Arnavutlar anayasal statü ile yönetime dahil edilmiş, merkez yönetim oy gücüne
göre paylaşılmış, yerel yönetimlerde kim seçilirse sistemi benimsenmiş. Coğrafi
bölünme olmadığı için, “bölüneceğiz korkusu” yok, haklar anayasa ile
belirlendiği için, bizi “yok edecekler endişesi” yok.
Birlikte el ele vererek, bu meseleyi çözmemiz önemli. İnsani
boyutu kaçırmadan.
Gecikmeyelim, birbirimizi incitmeyelim.
Makedonya örneğini düşünelim.
Adelina Hanım, netameli bir konu
YanıtlaSilokuduğunuz için teşekkür ederim..
YanıtlaSil