Kılıçdaroğlu’nun CHP’si…
Bir “kasetle” geldi… Bir “kasetle” gider… dedikleri
Kılıçdaroğlu, gerçekten gidici mi?
Hindistan’ın “Gandi’sine” benzeyen bu çelimsiz adam, Türk
siyasetinde iz bırakacak mı sizce?
Aleviler üzerine ciddi araştırmalar yapmış bir “araştırmacının”
tespitlerine göre; büyük babaları, hem Selçukluya, hem Osmanlı’ya yüksek
rütbelerde hizmet etmiş, belediye başkanlığı-valilik yapmış, bir aileden
geliyor Kılıçdaroğlu.
Tuncelilerin büyük çoğunluğunun olduğu gibi, ata-babaları
Horasan’dan gelme.
Anlayacağınız, bizim buraların- Balkanların manevi fethine katılmış, “Horasan
Erenlerinden”.
Kılıçdaroğlu’nun birçok aile büyüğü “Dervişanın” mezarları,
Uşak-Afyon bölgelerinde.
İnsanlığın geldiği bu zamanda; “etnik kimliğin, inanış
biçiminin”, ne önemi var.
Kılıçdaroğlu; Türkistan’dan Balkanlara bu toprağın insanı.
Kılıçdaroğlu’nun bu gününü anlayabilmek için, kısaca attığı
büyük adımlara bakmak gerek.
“Türkiye Cumhuriyeti Devletini”; kuran ve inşa eden bir
partinin lideri, Kılıçdaroğlu.
Mustafa Kemal’in; “yeni toplum”, “yeni sistem” ve “yeni dış
politika” üzerine inşa etmeye çalıştığı, “Cumhuriyetin”, 100 yılda geldiği
noktadaki yönetimini, devralmak isteyen politik lider Kılıçdaroğlu.
CHP; Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü döneminde, “devletçi-otoriter”
çizgide. Bülent Ecevit döneminde, küresel “Sol-Sosyalist” akımların etkisiyle,
“Ortanın Soluna” açılmış bir parti. Ecevit’le birlikte, CHP (Adı DSP-SODEP’de
olsa) ; siyasetin “Sol Tarafına” yerleşmiş.
SSCB’nin küresel ölçekteki, “Sosyalist-Komünist Partileri
iktidara getirme emperyal çalışmalarının”, Türk toplumundaki etkisiyle, “Sol
Düşünce” CHP’de daha da kökleşmiş.
Ancak, kurucu parti CHP, “devletçi-otokrat” yapısını hep korumuş.
Devletin meşru saymadığı Sol-Sosyalist akımlarla da çatışmış.
CHP’nin, “kurucu değerlere sadık sol anlayışı” ve
“sol-sosyalist çizgiye mesafeli duruşu”; başka sosyalist partilerin doğuşuna ve
sol eğilimli Kürtlerin CHP’den uzaklaşmasına neden olmuş.
SSCB’nin dağılması sonrası, “sol-sosyalist siyasi hareketler”;
toplumdan beklediği karşılığı bulamayarak, küçülmüş, içindeki Kürt siyasi
hareketi de “etnik milliyetçiliğe” evrilerek, hem CHP’den, hem de Türk solundan
temelli kopmuş.
CHP’nin “sola kayması”, “mutedil ölçülerde dindar olan” Türk
toplumunun, CHP’ye olan ilgisini daha da azaltmış. Kürtler de partiden kopunca,
CHP; “Türkmen ve Kürt Alevilerin” ve “Kemalist çizginin” siyasi hareketine
dönüşmüş. Kabuk bağlamış ve iktidara gelme şansı kalmamış.
Bu dönemdeki; “Ordunun Siyasi iktidarları belirleme ya da
yönlendirme kapasitesini” de unutmayalım. 1960’dan bu yana Ordu, sürekli sağ
iktidarlara darbeler yapmış. Menderes- Demirel (birkaç defa)- Özal (en azından
ölümü şaibeli)- Çiller (yoldan çıktığı gerekçesiyle)- Erbakan, bu kapsamda
sayılabilir.
Kılıçdaroğlu; Mayıs 2010’da, “iktidar şansı olmayan” böyle bir partinin, genel
başkanı olduğunu unutmayalım.
Kılıçdaroğlu CHP genel başkanı olduğunda, en son 2007 genel
seçimleri yapılmıştı. Bu genel seçimlerde; AK Parti % 46, CHP % 20, MHP ise % 14
oy aldı. Türk sağı, AKP+MHP toplamı: % 60. CHP bu oranın 1/3’ü. Koalisyonla
bile iktidar olması çok zor.
Kılıçdaroğlu ilk genel seçimine 2011 yılında girdi. AK Parti
% 50, CHP % 26, MHP % 13 civarında oy aldı. Türkiye’de güçlü bir sağ rüzgar
devam ediyordu. Kılıçdaroğlu oyunu yükseltse bile, iktidardan çok uzaktı.
Kılıçdaroğlu’nun, “çıkış noktası” bu. Sonraki stratejik
değişimde; bu “sıkışıklığın nasıl aşılacağının arayışları” görülmektedir.
CHP’nin parti yönetimi, elit kadroları ve tabanı; Osmanlı’dan
bu yana (En azından Yavuz’dan bu yana) dışlanmışlığı yaşayan ve “Yeni
Cumhuriyetin” açtığı kulvarlarda yeşerme şansı bulan, SSCB döneminde de
“sosyalizmle endoktrine edilmiş” Alevi Türkmenler, “Kemalist Doktrinle” endoktrine
edilmiş toplum katmanları ile PKK’nın etkisi ile Kürtlere karşı sertleşmiş
kesimlerden oluşuyor ve Kılıçdaroğlu’nun
“değişmeliyiz” talebine de direniyordu.
Parti’deki, Ordu+CHP formülasyonuna bağlı ciddi ve güçlü bir
grup (Kemalist çizgi) da, Kılıçdaroğlu’nu genel başkanlıkta “başıboş bırakacak”
gözükmüyordu.
“Kemalist Cephe’nin” politik temsilcisi, Muharrem İnce’ydi.
İnce, CHP’nin “güçlerin iktidarı anlayışı” içinde tutulmasını, “toplumcu
siyasete” geçilmesine, mesafeliydi. Erdoğan’ın AKP’nin oylarını % 50’ye
ulaştırmasındaki “toplumsal sosyolojik gerçekleri” dikkate almak istemiyorlardı.
Muharrem İnce; “sert AKP muhalifi siyasetçi imajı” ile ortaya
çıktı ve 2014’te CHP genel başkanlık yarışına girdi. Eylül 2014 kongresinde;
Kılıçdaroğlu 740, İnce 415 oy aldı.
AKP de bu dönemde sertleşiyordu. Daha sert bir yönetim biçimi
benimsemeye başlamış, AB çizgisinden giderek uzaklaşıyordu. HDP ve Gülen
Cemaati ile gerilim yaşanan dönemler başlamıştı. Ayrıca, AKP’nin; Mısır-Suriye
ve Libya operasyonları ile, Türkiye’nin dış politikasının da farklılaştığı bir
zamana girilmişti. Dış politik aktörlerin içeriye de yansıması kaçınılmazdı.
Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu ile onlara bağlı olan
ekipler, AKP’den uzaklaştırılmışlardı.
Ardından, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi geldi ve Türkiye, “olağanüstülüklerin”
yaşandığı bir sürece girdi. Oldukça karanlık olan bu dönemi anlayabilmek hala
mümkün olmadı.
Suriye, Libya ve hatta D.Akdeniz’de düşük yoğunluklu da olsa,
Türkiye bir savaş sürecine girmişti. Savaşların “Türkiye’nin milli
menfaatlerine uygun olup olmadığı” tartışılamadı bile. “Hain suçlaması”
kolaylıkla söylenebilen bir damgalama oldu.
Kılıçdaroğlu böyle bir psikolojik ortamda, CHP için “çıkış siyaseti
üretemiyor”, AKP’nin belirlediği “gündem çerçevesinde” siyasi başarı elde
edemiyordu.
Erdoğan da yepyeni bir koalisyon oluşturmuş,
Bahçeli-Perinçek-Kemalistlerle fiili ortaklığa girmişti. Bu ortaklık; Erdoğan’ın
“siyaseten sıkışmasına”, Kılıçdaroğlu’nun ise “yeni bir siyasi yolculuğa
çıkmasına” neden oldu. Kılıçdaroğlu; ya “siyaseten teslim olacak”, ya da
“farklı bir siyaset geliştirecekti”. O ikinci yolu seçti. Erdoğan ise, bir daha
bu sıkışıklıktan kendisini kurtaramadı. Dar siyasi alanda sıkıştı kaldı.
Kılıçdaroğlu artık, iktidar koalisyonunun “Bay Kemal’i”,
bütün kötülüklerin de “anasıydı”.
Kılıçdaroğlu, bu sıkışmışlıkta, çok önemli bir adım attı. Haziran
2017’de, Kılıçdaroğlu, 460 km yaya yürüyerek, “Adalet Yürüyüşünü” yaptı. Adalet
yürüyüşü; hem CHP tabanına, hem de “adaletsizliğe uğrayan geniş toplumsal
kesimlere” ümit verdi.
“Adalet Yürüyüşü” Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığını
“kalıcı” kıldı. Yürüyüş olmasaydı genel başkanlığı kaybederdi.
2018 Kongresinde, Kılıçdaroğlu 790, İnce 447 oy aldı. Muharrem
İnce’yi CHP’nin başına getirmek isteyen “Vesayetçi kadroların” CHP’den ümidi
kalmadı.
AKP ve koalisyonu, “kalıcı iktidarın yolunu açmak için”; 2017’de
başkanlık rejimini, 2018’de de seçim İttifaklarının yolunu açtı.
Böylece; AKP+MHP parlamentoda çoğunluğu hiç kaybetmeyecek,
Erdoğan da % 50’yi aşabilen tek aday olarak, “sürekli başkan” kalacaktı.
Kılıçdaroğlu, adeta çaresizleştiriliyordu. Koskoca Ana
Muhalefet partisi kımıldayamıyordu. Adalet yürüyüşü, genel başkanlığını
güçlendirmiş, ama seçimlerde başarılı olmanın formülü hala yoktu.
Milliyetçi siyasi cenahta, Akşener’in Ekim 2017’de ortaya
çıkması ve hem MHP’den hem de eski Merkez Sağdan oy alabilecek İYİ P’yi
kurması, Kılıçdaroğlu’na bu konuda ilham verdi.
AKP ve Koalisyonu, İYİ P’nin seçimlere girmesini önlemek
istiyordu. Kılıçdaroğlu İYİ P’nin seçimlere girmesini garanti eden 15 CHP’li
MV’ni İYİ P’ye transfer etti ve İYİ P’yi engelsiz seçimlere girebilecek duruma
gelmesine katkı verdi. İYİ P ile seçim ittifakının önü açılmıştı.
Kılıçdaroğlu; Bekaroğlu ve Şener gibi bazı muhafazakarları
CHP kadrolarına dahil ediyordu. Tabanını buna alıştırıyordu. Saadet Partisini
de “seçim ittifakına” ikna etmesi çok zor olmadı.
Bu siyasi operasyonlar; hem CHP tabanı, hem de ittifaka
katılan partilerin tabanında belirli ölçüde dirençle karşılansa bile, bir
müddet sonra tabanlar birbirlerine ısındı.
Millet İttifakı doğdu ve Mayıs 2018’deki seçimlere birlikte
girdiler.
CB’lığı ortak adayı üzerinde uzlaşılamadı. Partiler kendi
adayları ile girdiler.
Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce ve ekibine, son darbeyi, İnce’yi
CHP’nin CB adayı yaparak vurdu. Muharrem İnce, seçim gecesi halkın huzuruna
çıkmak yerine, bir gazetecinin telefonuna “Adam Kazandı” mesajı çekerek,
güvenilmezliğini kanıtlamış oldu. Bu mesaj; “İnce’nin, Erdoğan’ın adamı olduğu”
kanaatini güçlendirdi.
Muharrem İnce, Ekmelettin İhsanoğlu kadar bile oy alamamıştı.
İnce % 30,67, İhsanoğlu % 38,44 oy aldı.
CHP; şimdi “Kemalist vesayet ekibinden” kurtulmuş, “toplumcu siyaset
anlayışına” geçmişti.
CHP ve Millet İttifakı bu rüzgarla yerel seçimlere girdi. Kılıçdaroğlu;
İstanbul, Ankara, Antalya, Adana gibi büyük şehirlerde belediye başkanlıklarını
kazandı. İstanbul seçimlerini iktidar kabullenmeyip, tekrarlattırınca, efsane
fark ortaya çıktı. Fark 23.000’den 800.000’e çıktı. Kılıçdaroğlu’na güven
artıyordu.
Artık Kılıçdaroğlu daha rahat yürümeye başladı.
Kılıçdaroğlu’nun attığı büyük adımlara bakalım:
-
Türkiye’nin
“başörtüsü sorunu” yoktur. CHP bu sorunu öne çekmekle hata yapmıştır. Kamuda da
“başörtülü insanlar” CHP iktidarında, rahatlıkla görev yapacaktır.
-
Yanlış
uygulamalardan zarar gören toplumsal kesimlerle “helalleşeceğim”.
-
Kürt
sorunu vardır ve CHP; parlamento çatısı altında, şeffaf bir şekilde, HDP ile
birlikte bu sorunu çözecektir.
Kılıçdaroğlu’nun ayrıca, bürokratlara dönük çok önemli bir
“taahhüdü-söz vermesi” olmuştur. “18 Ekim 2021’den itibaren, kanunsuz uygulama
yapan bürokratlardan hesap sorulacaktır. Bu tarihten itibaren kanun dışı işler
yapanlar şahsi sorumluluk taşıyacaklardır”.
Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri, “kişisel sorumlukların başlangıç
tarihinin belirlenmesi açısından” çok önemli bir milat. Bunun sıradan bir söz
olmadığı kanısındayım. Benim değerlendirmem, geçmişe dönük hesap sorulmaması
konusunda, “talebe bağlı taahhüt” olduğu yönünde. Siyasal denklemleri
etkileyebilecek bir “taahhüt”, “adrese teslim ve istek üzerine”.
Tıpkı, Erdoğan’ın “17-25 Aralık 2013 tarihini kendisi için
milat olarak belirlemesi” gibi.
Siyasetin bundan sonraki kombinasyonlarını “hayal ederken”,
bu “taahhüdü” aklınızda tutun.
Kılıçdaroğlu’nun bu uzun yürüyüşünün ana başlıklarına
bakalım:
-
Partisini
ve parti yönetimini “toplumcu anlayışla siyaset yapma” çizgisine getirme
süreci,
-
Seçim
kazanabilecek bir koalisyon yapısı oluşturması (Millet İttifakı) ve yerel
seçimleri kazanması,
-
Muhafazakarlara
ve Kürtlere tam bir güvence vermesi,
-
Erdoğan
ve koalisyonunun “devletleşmesini” de dikkate alarak, denge sağlayabilecek,
Millet İttifakına bir çok alanda “güç katabilecek”, AK P’den kopmuş partileri
de koalisyona dahil etmesi,
-
18
Ekim 2021’den itibaren “kanunsuz eylemlere geçit vermeyecek bürokratları” da
güç birliğine katması,
-
Geniş
toplumsal katmanlara güven verebilmek açısından, “Kürtler gibi”, “Demokrasi, Özgürlükler
ve Hukukun Üstünlüğü Prensibini”, genişletilmiş koalisyonun merkezine
yerleştirmesi, aşamalarından bahsedebiliriz.
Gördüğünüz gibi, Kılıçdaroğlu; “hedefini” sadece “iktidar
olmak” olarak belirlememiş, “Türkiye’nin rejimini yeniden düzenlemek” olarak da
belirlemiş.
Daha demokratik bir cumhuriyet. Kişilerin değil, kurumların
ve sistemin yönettiği bir devlet yapısı hedeflenmiş.
Başarabilir mi? İşi kolay değil.
Geliştirmeye çalıştığı koalisyonunu, bir yandan genişlerken, diğer
yandan küçülebilir.
Kılıçdaroğlu’nun “Kürt sorununu çözmek istemesi” ve bunun
için tercih ettiği yöntem, İYİ P’yi rahatsız etmiş gözüküyor. İYİ P’nin bu
konuda “marjları sınırlı”.
Türkiye’de demokrasinin gelişmesinin; “Türkiye Kürtlerinin,
Türkiye’den kopmasına-kopartılmasına neden olacağı endişeleri”, Türk
siyasetinde önemli bir travma. 35 yıldır terörle geçen bir süreç var ve bu
toplumda elbette iz bıraktı. Kolay değil.
Bu nedenle; ortam “ajite edilirse”, Haziran 2015’te olduğu
gibi, İYİ P bu rüzgarda, dayanamaz ve Kılıçdaroğlu’nun, “Kürt sorununu
çözmesine” evet diyemez.
İYİ P’yi, CHP’den koparak, “Milliyetçi kombinasyonun motoru
olarak” da görebiliriz. Mansur Yavaş gibi, Erdoğan’dan çok daha popüler bir CB
adayına sahip olan İYİ P, CHP ile rekabete girişebilir.
Akşener ve tabanı Erdoğan’a “evet” demez, ama “milliyetçi
oluşuma” da hayır diyemez.
Muhtemelen, Kılıçdaroğlu gelişmelerin olabileceğini tahmin
ediyor. Akşener’in, bütün iyi niyetine rağmen, oluşabilecek rüzgara karşı duramayabileceğini
hissedebiliyor.
Kılıçdaroğlu’nun “alternatifli yürüyüşü” de, “sadece
Erdoğan’ın yönlendirebildiği alanlara çözüm üreterek girmesi” de, buna işaret
ediyor.
Babacan’ı yanına alması da bu alternatifi oluşturma
arzusundan.
Akşener için, Babacan’ın en büyük rakip olduğunu da buraya
not edelim. Rekabet çok şiddetli.
Kılıçdaroğlu’nun “başarı şansı” ne derseniz, çok yüksek
derim.
Tek endişem, CHP kadrolarının Kılıçdaroğlu’na uyum
sağlamadaki başarısı.
Kılıçdaroğlu’na evet diyebilenler, CHP’ye halen “çekimser”
duruyor.
Yazılarınız çok güzel gerçekten.Emeğinize sağlık.
YanıtlaSilOkuduğunuz için teşekkür ederim...
Silchpde yönetim ve teşkilat çok farklı, yöneticilerin söylemleri genelde lafta kalıyor ve diğer kesimlere güven vermiyor. teşkilat ve kemik chpliler eslki hamam eski tas devam, diğer kesimlere düşmanca söylemleri devam ediyor..
YanıtlaSilokuduğunuz için teşekkür ederim
SilCHP'nin ve başinda bulunan Kılıçdaroglu'nun süreç içerisinde bu değişimini ,dönüşümünü çok iyi neredeyse eksiksiz analiz ettiniz.Kılıçdaroglunun yeni olumlu siyaset anlayişina iyi niyetle bakilmali. kaYazilarinizi,uslubunuzu özlemişiz.
YanıtlaSilokuduğunuz için teşekkür ederim.
SilYazınızı hakkaniyetli ve oldukça kıymetli buldum. Teşekkürler.
YanıtlaSilUmarım CHP'ye gönül vermiş vatandaşlarımız da bu yazıyı okuyup istifade eder.
Türkiye'de özgürlükçü kurumsal demokrasinin kalıcı şekilde yerleşebilmesi için bizlere umut kaynağı olan ve bu süreci alnının akıyla bugüne kadar sabırla pek çok badireyi atlatarak günümüze getirip demokrasi cephesini genişleten başta Sn Kılıçdaroğlu'na milletçe teşekkür borçlu olduğumuz kanaatindeyim.
Sn Kılıçdaroğlu'nun Türkiye için yaptıklarının değeri gün geçtikçe daha iyi anlaşılacaktır.
Umarım, Türk'üyle, Kürd'üyle, Laz'ıyla,Arnavut ve Boşnak'ıyla bir bütün halinde necip milletimiz, samimiyetinden kuşku duymadığım Sn Ahmet Davutoğlu, Sn Ali Babacan ve Sn Kılıçdaroğlu'nu bu ülkenin başında bilimin ve ortak aklın rehberliğinde adil, özgürlükçü, demokratik bir yönetim sergilemeleri için bir fırsat verir.
okuduğunuz için teşekkür ederim
SilEmeğinize sağlık Adeline Hanım.
YanıtlaSilokuduğunuz için teşekkür ederim..
SilUsta yoksa bende yokum dem,ştiniz, Siz zaten ustaydınız ama bağımsız bir usta oldunuz, başarılar diliyorum
SilYeniden yazmaniza sevindim umarim tr demokrasiye doner yoksa😭
Silokuduğunuz için teşekkür ederim... Usta olmak için, Türkçe'de bir söz var "bir fırın ekmek yemek gerek", bizim vaziyet de öyle..
SilDemokrasinin Türkiye'yi cazibe merkezi haline getireceğini değerlendiriyorum...
Türkiye'nin demokrasiye geçmemesini kimler istedi, şöyle bir siyasi tarihinize bakarsanız çok net görülüyor. Bu ekip bazen solcu, bazen sağcı, bazen dindar oluyor, siz bunlara derin devlet diyorsunuz... Demokratikleşecek Türkiye bölgenin yıldızı olur...
SilGüzel bir yazı, güzel bir analiz. Emeğinize sağlık.
YanıtlaSilokuduğunuz için teşekkür ederim...
SilSayın Kılıçdaroğlu gerçekten bütün toplumu kucaklama ve birleştirme gayretinde. İyi parti'nin içindeki bir grup oyun bozanlık yapmazsa demokrasi ittifakı başarılı olur, olmalı da.
YanıtlaSilokuduğunuz için teşekkür ederim... akşener'in böyle bir planı yok.. ancak türkiye'de öyle bir atmosfer oluşturulabilir ki, akşener bu rüzgara karşı duramaz, kesinlikle duramaz... oluşabilecek bu atmosfer türkiye için çok kritik bir zaman olacaktır, perdenin arkasını düşünebilenler ile gözünün önünde olanlarla karar verenler net ayrışır.
SilYazının sınuna şöyle bir ilave yapayım,aynı zamanda "CHP ye evet diyen ama Kılıçdaroğluna çekimser duran" ve oyları "cepte" sanılan ciddi bir kesimin de varlığını unutmamak lazım
YanıtlaSilokuduğunuz için ve katkınız için teşekkür ederim..
SilAdelina Hanım, bilirsiniz bir söz vardır "Ol Mâhîler Ki Deryâ İçredir Deryâyı Bilmezler" şeklinde. Ben şahsen kendimi bu söze uygun buluyorum. Türkiye'de yaşadığımız için olsa gerek, sizin bu tespitlerinizi, analizlerinizi ve yorumlarınızı ben şahsen düşünememişim. Sizin yazdıklarınız okuyunca bu sefer "Hay Allah, Adelina Hanım'ın söyledikleri ne kadar doğru" noktasına geliyorum. Tebrikler. Yaşça sizden büyüğüm, sizden bir büyüğünüz olarak ve haddim olmayarak tekrar Ocak Medya'da yazmanızı istirham ediyorum. Siz Ocak Medya'da yazarken, sizin sıkı bir takipçinizdim, ama siz ayrıldınız bu blogu kurmuşsunuz, ben bu blogu tamamen tesadüf eseri buldum ve makaleleriniz yaklaşık 15 saatte okuma fırsatı buldum. Acaba herkes benim gibi şanslı mı? "Lütfen Ocak Medya'da tekrar yazmaya başlayın" ısrarımın nedeni, orada daha geniş bir okuyucu kitlesine kavuşacağınız inancımdır. Başka bir art niyeyim yok. Eğer daha fazla kişi tarafından okunacaksanız, isterseniz lazer ile gökyüzüne yazı yazın, isterseniz uygun duvarlara "duvar yazısı" olarak yazın. Amaç çok kişiye ulaşmanız.
YanıtlaSilokuduğunuz için teşekkür ederim..
Sil