Balkanlar ve NATO

 

Balkanlar ve NATO


NATO, Türk kamuoyunda alerji yaratan batılı organizasyonlardan birisi. Son yıllarda bu alerjinin daha da farklı toplumsal ve siyasi katmanlara yaygınlaştığı görülüyor. NATO alerjisi olan sol kesime, son yıllarda İslami ve milliyetçi kesimlerin de dahil olduğunu söyleyebiliriz.

Bu alerji anlaşılabilir olmakla birlikte, çoğunlukla da abartılı. Bilgiye dayanmıyor ve komplo kokuyor.

Sosyal yapısı, kırılmalara müsait fay hatlarında yer alan ve toplumsal dokusu “imparatorluk” özellikleri gösteren Türk toplumu, eski topraklarının "Batılılar ve Ruslar tarafından paylaşıldığı" ve elinde kalanın üzerinde de hesapların yapıldığı bir toplum.

Son 200 yılın bu mazlum-ezilen-yıpranan toplumunun, bir de eğitim sürecini geliştiremediğini düşünürsek, ortaya çıkan “körlerin fil algısı”, "komplocu bakış açısı".

Bütün bunlara ve yoğun politik dezenformasyona rağmen, Türk toplumunda NATO’ya güven % 58,7 olarak ölçülüyor, son bir kaç yıldır.

Türk toplumundaki Amerikan karşıtlığının yükselişine rağmen NATO, anti-Amerikancılık eğilimine göre, nispeten daha az etkileniyor. Türkiye’deki darbelerin de arkasında olduğu düşünülen NATO’nun toplumsal güvenilirliği, aslında yeterli denilebilir.

Bu yazıyı böyle bir toplumsal algılamanın yaşandığı okurlarım için yazdığımın farkındayım.

NATO, malum, 1949 yılında 12 üye ile kuruldu. Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İngiltere ve ABD.


2inci Dünya savaşı sonrası Avrupa’nın güvenliğini sağlamaya dönük Euro-Atlantik, bir çeşit politik-askeri ittifak. Tehdit Rusya. Korunması gereken Avrupa ve Avrupa içi barış. Klasik cephe savaşı mantığına göre kurgulanmış bir askeri güç. NATO’nun kuruluşu ile Almanya kontrol altına alınmış, Avrupa’da stabilite sağlanmış, Rus tehdidi sınırlandırılmış ve ABD güçleri Avrupa’ya yerleşmişti.

Rusların 1917’de geliştirmeye başladığı, aslında Çarlık dönemine dayanan emperyal arzuları, “Avrasya imparatorluğunun” Avrupa’ya da doğru genişlemesi ve Warshava Paktı gibi çok büyük bir askeri gücün ortaya çıkışı, Avrupa'da oluşmuş cepheyi genişletti ve bütün Dünya iki gücün rekabet alanı haline geldi. 

Artık, Doğu Avrupa ve Balkanlarla sınırlı değildi rekabet. Küba’dan Afrika’ya, uzak Asya’ya, karşılıklı tehdit çok geniş alanlara yayılıyordu. Konvansiyonel savaş beraberine nükleer savaşı da yedeklemişti.

NATO, Rus emperyal genişlemesine cevap vermekte gecikmedi. Yunanistan ve Türkiye 1952’de, Almanya 1955’de, İspanya ise 1982’de NATO’ya katıldı. Bu periyod, 1990’lara kadar, dünya için “nükleer dehşet dengesi” ve “silahlanma yarışı” yıllarıydı.

Silahlanma yarışı, Rus ordusunun “patatese muhtaç” olduğu yılları getirdi. Arkasından 1991 ve Sovyetlerin çöküşü “Glasnost ve Perestroyka”. Ruslar politik ve askeri açıdan kontrol ettiği-işgal ettiği ülkelerden çekildi.

NATO bu safhadan sonra klasik cephe savaşı anlayışını, “demokrasilerin korunması”, “aşırılıklarla mücadele”, “fundamentalist İslami akımlarla mücadele”, “kriz alanlarına müdahale”, “uluslararası terörle mücadele”, “siber savaşla mücadele” gibi, cephesi olmayan askeri harekat uygulamalarına, asimetrik mücadelelere çok daha fazla yer ayıran, bir konsepti benimsedi.

1995’te Bosna’ya ve 2001’de Afganistan’a yapılan NATO müdahaleleri, bu yeni konseptin uygulamaları olarak karşımıza çıktı.


Rusya’nın Sırplara verdiği destekle ayakta duran Yugoslavya, Balkan dengesinin "Batı lehine değişimi" sonucu, bağımsızlık hareketleri ile çalkalanmaya başladı. Kosova’da başlayan protestolar ve milliyetçi hareketler yayıldı ve tek kutuplu dünyada NATO’nun Balkanlara girişini tetikledi. 

Bosna-Hersek en kanlı çatışmalara sahne oldu, ardından Kosova. İşte bu iki bölgedeki Sırp katliamlarının önüne geçilebilmesi, Birleşmiş Milletlerin NATO’ya görev vermesiyle, NATO askeri güçlerinin müdahaleleri sonucu mümkün olabildi. Bu gün Bosna-Hersek ve Kosova varsa, bu NATO’nun askeri müdahalesine bağlıdır.

Unutulmamalı, Bosna Srebrenitza katliamı, BM barış gücünün Bosna’da olduğu zamanda meydana geldi ve NATO müdahalesi böyle başladı.

Doğu Avrupa’da Rusya’nın alanı boşaltması ile; Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya 1999 yılında, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya, Slovenya ve Bulgaristan’ın ise 2004 yılında, NATO’ya dahil oldu ve NATO oldukça genişledi.

Yugoslavya krizi ise, NATO’nun Balkanlarda güçlenmesinin başlangıcını teşkil etti.

AB’nin genişleme süreci ile NATO’nun genişleme süreci arasında da ciddi bir politik paralelizasyon vardır. Bulgaristan-Romanya-Slovenya gibi ülkelerin NATO’yu tercih etmeleri buna bağlı olmuştur.

Şüphesiz, Rusların “eski uydularında geride bıraktıkları güç odaklarının” Balkan ülkelerindeki politik üstünlük sağlama girişimleri hiç kesintiye uğramamıştır. Ancak Rusya’nın azalan ekonomik gücü, çoğunlukla AB ekonomik cazibesi yanında “kaybeden” olmuştur.

Bununla birlikte, Rusya; Balkanlardaki “ 300 yıllık stratejik ortağı” Sırpları ve bütün “nasyonalist eğilimleri” kullanarak, “yandaş iktidarlar belirleme” operasyonlarından vaz geçmemiştir.

Bu politik rekabete bağlı olarak; Bulgaristan 2004 yılında, Arnavutluk ve Hırvatistan ise 2009 yılında NATO’ya katılmıştır.

Bosna Hersek, Sırpların blokajı nedeniyle, henüz NATO’ya katılım sürecini tamamlayamamış olmakla birlikte, MAP çerçevesinde sürece devam etmektedir. Ancak kolay olmayacaktır.

Rusya; Putin doktrini gereği, “yeniden yayılma” stratejisine dönmüş ve “yeni zamanın” vekalet savaşları-paramiliter savaşlar-hükümet darbeleri-istihbarat savaşları-sosyo/politik etkileme teknikleri kullanımı yoluyla, Balkanlarda hakimiyet alanları oluşturma gayretlerini artırmıştır.

Rusya bu yeni politikalarını, Kasım 2016’da Karadağ başbakanına suikast düzenleyerek “hükümet darbesi” ile, Nisan 2017’de ise Makedonya parlamentosunu paramiliter unsurlara bastırtarak, “parlamento darbesiyle” uygulamaya sokmuştur.


Makedonya’da seçimi kazanmış demokratik cepheye, “kanlı parlamento baskını” yapılmış, neyse ki demokratik güçlerin direnci ve demokrat Zaev’in güçlü liderliği sonucu atlatılabilmiştir. Durumun vahametinin farkına varan NATO, Makedonya-Yunanistan probleminin süratle aşılmasını sağlamış ve NATO üyeliği sürecini “acil kodu” ile hızlandırmıştır. Ve 2020’de NATO üyeliği gerçekleşerek, Makedonya askeri güvenlik altına alınmıştır.

Yukarıdaki Makedonya parlamento baskını ile Trump yandaşlarının parlamento baskınının ne kadar benzediğini lütfen düşünün...


Rusya Makedonya’daki darbe teşebbüsüne benzer şekilde, 2016 yılında, Karadağ’daki Sırp azınlıkları da kullanarak, Rus ve Sırp ajanlarının da desteğiyle, paramiliter unsurlarla takviyeli olarak başbakana bir darbe girişimi gerçekleştirmiş ve Karadağ’da Sırbistan yanlısı bir hükümeti iş başına getirmeye çalışmıştır. NATO Karadağ’daki riski görmüş ve “acil kodu” ile 2017 yılında Karadağ’ın NATO’ya üyeliğini gerçekleştirmiştir.

Sırbistan, Balkanlarda “Büyük Sırbistan Kurmak” idealleri olan bir ülkedir. Sırp toplumu bir yandan AB yanlısı eğilimleri geliştirse de, “nasyonalist duygular” ağır basmakta ve bu eğilimler, Rusların Balkan yayılmacılığına da zemin oluşturmaktadır.

Sırbistan toplumu, halen kararsız gözükmektedir. Sırplar-Sırbistan; Bosna Hersek Devletine bağlı, “Sırp Cumhuriyetini”, Karadağ’ı, Hırvatistan’daki “Sırp Krajina bölgesini”, Kosova’da “Mitrovitza bölgesini”, Sırbistan’a dahil etmeyi “vaz geçemedikleri hedefleri” olarak görürler.

Sırpların bu yayılmacı emelleri ve Rusya’nın Balkan hedefleri, Sırbistan’ı yakın vadede NATO üyeliğinden ve AB üyeliğinden uzak tutmaktadır.

Bu durum elbette, Balkanlarda oluşabilecek bir zafiyetin, yeniden Sırp saldırıları ile Balkanlarda kanlı savaşlara dönülme ihtimalini de canlı tutmaktadır.

Kosova ise, “toplum ve devlet inşa sürecini" henüz tamamlayamamış, Sırbistan’la “kalıcı barışı” gerçekleştirememiştir. NATO güçleri ve Amerika halen Kosova’da askeri varlıklarını sürdürmektedir. NATO üyeliği henüz mümkün görülmemektedir.

Sonuç olarak; Yugoslavya krizi, AB’nin Balkanlarda genişlemesi ve Rusya’nın yeniden Balkanları kontrol etme isteği, NATO’nun Balkanlara girmesine ve etki alanını giderek artırmasına neden olmuştur diyebiliriz.

AB’nin kendi ordusunun bulunmaması da, Balkanları NATO karşısında alternatifsiz bırakmış, askeri yönden Amerika’ya, politik yönden ise AB’ye ilintili olan “ikili güvenlik yapısı” oluşmuştur. Balkanları Orta Doğu zanneden, eğitimsiz, Rusya yanlısı Trump döneminde, Balkanlar istikrarsızlık sınırına oldukça yaklaşmıştır.

Türkiye toplumunun Balkanlara düşkünlüğü malumdur. Ancak Türkiye'nin; uluslararası politik, ekonomik ve askeri rekabet gücünün olmaması, AB ile ilişkilerini doğru düzenleyememesi, Batı ile çatışmacı bir rekabet içine girmesi, Balkanlarda da selefi unsurları önceleyen toplumsal yaklaşım benimsemesi, Balkan politikalarında Putin ile paralellik oluşturması gibi nedenlerle, Türkiye’nin Balkan ülkeleri için bir alternatif olma özelliği bulunmamaktadır.

Türkiye Balkanlara “ideolojik” bakmış ve eski yıllardaki “sadece Türkleri önemseyen yaklaşımını” son yıllarda “sadece dindarları önemseyen yaklaşımla” daha da kötüleştirmiş, hatta daha da ileri gitmiş ve “AK P’yi destekleyen dindarları önemseyen yaklaşımla” ilişkileri daha da koparmıştır.

Ayrıca, Türkiye son 4-5 yıldır, Rusya’nın da etkisi ile, Sırbistan’a daha çok önem ve destek veren görüntüdedir.

AB, “AB Ordusu” kurabilirse, bu Balkan ülkelerine yeni bir alternatif şansı getirir. Böyle bir gelişme orta vadede Balkan ülkelerinin Avrupa askeri ittifakı içinde yer alması anlamı taşır. Bu durum Balkanları “Tam Avrupalılaştırır”. Türkiye AB sürecine geri dönmezse, olacaklara “müdahil” olamaz, oyunun tamamıyla dışında kalır. Bu da birkaç 100 yıl daha kaybedilmesi anlamı taşır.

Umarım Türkiye “gelecek resmi” iyi okur ve politik analizlerini doğru yapar.

Yorumlar

  1. AB, ABD, RUSYA, NATO BALKANLAR ve TÜRKİYE perspektifinden, balkanların yakın yüzyıla damga vurmuş siyasal, ekonomik ve sosyolojik değişimine düşünsel derinlik katan bir yazı.
    Türkiye'nin izlediği ideolojik politikalarla elimizden kayıp giden yanı başımızda ki balkanlar.
    Yazarın dediği gibi "Umarım Türkiye -gelecek resmi- iyi okur ve politik analizleri doğru yapar"
    Kaynak gösterilecek bir yazı.
    Emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Okuduğunuz için teşekkür ederim...

    YanıtlaSil
  3. Kapsamlı bir yazı olmuş, zihninize ve kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  4. Çok teşekkür ederim güzel çalişma olmuş...

    YanıtlaSil

  5. Putinin zamana ihtiyacı var, bu zamanı ona reyiz kazandırabilir demiştiniz Makedonya'nın Nato şemsiyesi altına girmesi hususunda. Sanırım yanıldınız.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. okuduğunuz için teşekkür ederim. reyiz kim bilmiyorum. makedonyanın natoya girişinde parlamento onayını en çok uzatanlardan birisi de türkiye idi. ancak nato baltık planına zorunlu onay vermesi gibi makedonyanın da yolunu kesemedi. iyi de oldu. kolay gelsin..

      Sil
  6. Öncelikle makale için teşekkürler. Bence Brexit sonrası AB'nın şekillenmesinde balkanlar önemli rol oynayacak.Fakat özellikle Almanya ve Fransa içerisinde iktidar kanadını temsil eden oluşumlar içerisinde AB'nin genişlemesine kuşkulu bakan taraflar da var. Bu noktada benim şahsi kanaatim, Biden'ın yaratacağı etki olacaktır. Biden döneminde global çerçevede muhafazakarlar güç kaybetmeye başlar ve Trump'ın başkaldırdığı Neo-Liberal düzen yeniden kurulmaya başlanırsa bu genişleme süreci hızlanacaktır diye düşünüyorum. Ek olarak, malesef artık Türkiye'nin gayrimüslim balkan toplulukları için ucuz tatil dışında bir şey ifade ettiğini düşünmüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. okuduğunuz için teşekkür ederim... AB muhtemelen, NATO'nun uzantısı durumunda bir askeri güç oluşturacak, bu oluşum Balkanlara doğru da genişler. ABD ise, Karadeniz güç yığmasına devam eder, Kosova'daki Bonsteel askeri üssü gibi komuta merkezleri dışında Balkan'ı AB'nin sorumluluk alanı olarak terk eder. Bu düşüncelerim olursa, AB için Balkanlar hayati alanlardan birisi olur ve bu ABD'nin de işine gelir. Türkiye mi? Strateji bilen mi var Türkiye'de? Balkanlara artık gelebilmeniz zor.Umarım yeni bir iktidar gelir ve AB ordusunun kurulmasına ve Türkiye'nin de onun içinde yer almasına destek veriri ve Balkanlarda AB-Türkiye ortak dönemi başlar...

      Sil
  7. Gayet açıklayıcı bir dille anlatmışsınız. NATO ve AB Türkiye nin önümüzdeki yıllarda üyeliğini hızlandıracak Balkan coğrafyası için birde Türkiye'nin Arnavutluk ve Bosna ya yardımlarını unutmamak gerekiyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. okuduğunuz için teşekkür ederim. türkiye göz bebeğimiz...

      Sil
  8. Adelina hanim son gelişmeler ile ilgili bir yazı daha yazar mısınız? Bayadır suskunsunuz.

    YanıtlaSil
  9. Adelina Hanım, analizleriniz oldukça isabetli. "Dünyanın en netameli, en karışık ve fitneye en uygun 3 bölgesi neresidir?" diye bir soru soracak olursanız, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu derim. Bu 3'lüyü bir "Bermuda Şeytan Üçgeni" olarak kabul edersek, tesadüfe bakın ki Türkiye tam da bu üçgenin ortasındadır. Yani İbni Haldun'un 7 asır önce söylediği gibi "Coğrafya kaderdir"

    YanıtlaSil
  10. Adelina Hanım, analizleriniz oldukça isabetli. "Dünyanın en netameli, en karışık ve fitneye en uygun 3 bölgesi neresidir?" diye bir soru soracak olursanız, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu derim. Bu 3'lüyü bir "Bermuda Şeytan Üçgeni" olarak kabul edersek, tesadüfe bakın ki Türkiye tam da bu üçgenin ortasındadır. Yani İbni Haldun'un 7 asır önce söylediği gibi "Coğrafya kaderdir"

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

medya etigine aykiri yorumlar kabul edilmez