Armageddon Savaşı başlamak üzere mi?

 

ARMAGEDDON Savaşı kapıda mı?

Trump’ın; "yüzyılın barışı" diye kamuoyuna takdim ettiği, "Ortadoğu Barış Planı", Filistin halkı için onur kırıcı. Barış demek ne kadar mümkün? Adaletin zerresi yok. Güçlünün istediğini alması sadece. Bu barıştan “kalıcılık beklemek” mümkün değil.

Barışın “sahibi” Trump ve Evanjelikler.

“Armageddon Savaşının” hazırlayıcıları.

İsa Peygamberin yeniden yeryüzüne gelip, “deccalı yok edeceği” Armageddon savaşının başlaması için, küresel oyunları “kurgulayanlar.”

Yahudiler, “kendilerine vaat edilen toprakları” ele geçirmenin heyecanı içinde. Evanjelikler de İsa Peygamberin gelişiyle kuracakları “yeryüzü cennetinin hayali” ile yanıp tutuşuyorlar.

Yahudiler, insanlığa “adil olmayan bir netice” sunmak üzereler.

Ancak “adil olmayan çözümler” sonraki yılların “adil olmayacak toplumlarını” da yaratırlar. Versay anlaşmasının Hitler’i yaratması gibi.

Yahudiler ve Filistinliler, keşke birlikte yaşayabilecekleri “gurur duyacakları bir çözüme” ulaşabilselerdi. Bu Yahudiler için “az karlı” gözükebilir kısa vadede, ama uzun vadede kalıcı barışı sağlar.

Adaletin olmadığı yerde, barış da olmaz, huzur da. Yahudiler bunu tarihlerinde çokça görmüşler, yaşamışlar.

Yaşadıkları topraklarda, sürekli işgale, sürgüne, esarete mahkum edilmiş bir halk, Yahudiler. Tarihin sayfalarına gömülmüş birçok bölgesel güçlü devlet, Yahudileri topraklarından etmiş, devletlerini yıkmış, mallarını talan etmiş ve başka coğrafyalara sürmüş.

İsrail kuruluncaya kadar Yahudilerin devleti olmamış, sürgün sonrası. Hep “Simbiyotik” formda, başka toplumların içinde yaşamışlar. Bünyelerinde yaşadıkları toplumlar tarafından da, çoğunlukla zulme uğratılmışlar.

Endülüs Emevi Devletinde yaşayan Yahudilere yapılanlar, Avrupa’daki Yahudilere Katolik zulmü, Hitler Almanya’sındaki soykırım, Polonya Yahudilerine yapılanlar vb.

İşte “bu” Yahudiler, zulüm gören insanlar, başkalarına “zulüm etmenin” eşiğindeler.

Trump’a yaptırmaya çalıştıkları “barış” da tam böyle bir şey.

Ya gerçekten, barış için “tarihi fırsat” yakalanacak, ya da “güçlüyüm psikolojisi” akla ve vicdana hakim olacak. Ve “Armageddoncu felsefe” insanlığın sonunu hazırlayan savaşa sürükleyecek.

Bu güne nasıl geldik, çok gerilere gitmeden hatırlayalım.

1744’de başlayan “Suud ayaklanması” ve 1916 “Arap isyanı”, bölgeyi Osmanlı’dan kopardı. Suud ailesi iktidar istiyordu, İngilizler de onlara bu iktidarı sundu.

Filistin coğrafyasının ve Filistinlilerin “talihi” de, bu ayaklanmalarla şekillenmeye başladı.

Armageddon savaşının da kilometre taşları, böylece döşenmeye başladı.

Osmanlı’yı, Arap coğrafyasından çıkartmayı “başaran” Araplar, yeni patronajın gözetiminde, Yahudilerin Filistin bölgesine yerleşmesine de göz yumdular. Evet, evet bunu “onlar” yaptı. Osmanlı ve “Osmanlı olmuş halklar” yapmadı. Problemin oluşumuna bizim “dahlimiz” yok.

Bölgeye Yahudi göçü ile çatışmalar da başladı.

Yahudiler, “zeki ve çalışkan” millettir. İnsanlık tarihine birçok alanda hizmetleri olmuştur. Finans ve iş dünyasının en başarılı milleti yine Yahudilerdir. Savaş sanayisinde öncü teknolojiler onlardan gelir. Mesela, “İHA-SİHA teknolojilerini” onlar hayatımıza soktu. Yüzlerce.

Yahudiler, “vatansız”, binlerce yıl yaşamış”, ancak “bütün Dünya’yı vatanları yapabilmişlerdir.”

Peki, “bütün Dünya onlarınsa” ne istiyorlar ki, küçücük topraklardan? Neden bu kadar ısrarlılar? Ortadoğu’da bitmeyen çatışmaları neden göze alıyorlar? Dinleri ve gördükleri zulümler mi?

Yahudilerin, “devlet kurma” kararlarının altındaki en önemli etkenlerden birisi, elbette Avrupa’da gördükleri zulümdür.

Katolikler, “tanrılarını (Hz.İsa) öldürenin Yahudiler olduğuna inanmakta.” Bu yüzden, “Yeniçeri ve Yahudi Hikayesi” gibi, her fırsatta Yahudi’ye zulmü, “hak” görmüş. Son zalim de Hitler.

Ya göç et, ya Hristiyan ol (Hristiyan olan Yahudi’ye “domuz” diye aşağılamayı da ihmal etmemişler), ya da ölürsün.

1879 Birinci Siyonizm Kongresinde, Yahudi devletinin Filistin’de kurulması kararını almışlar.

Yahudiler; bu toprakların kendilerine ait olduğunu düşünüyorlar. Hatta bir adım ileri giderek, “Tanrının kendilerine vaat ettiği topraklar” olarak büyük bir kutsiyet atfediyorlar.

Bu bakış açısıyla, “Filistin Sorunu” da çözümsüzleşiyor, barış da imkansız hale geliyor.

Filistin’e ilk Yahudiler 1903’te gelir. 1914’te 60 bine ulaşır. Araplar ise 600 bindir. Araplar mahalli kavgaları kazanamazlar. Bölge İngilizlerin kontrolündedir.

1937’de İngilizler, toprakları iki toplum arasında paylaştırma planı yapar. Yahudiler kabul eder, Araplar kabul etmez. “Peel Planı” ile Araplara 2/3 pay verilmiştir. Kudüs ise tarafsızdır.

İngilizler bölgeden çekilir. Sorun Birleşmiş Milletlere devredilir. BM de konu üzerinde çalışır ve bir çözüm üretir.  1947 BM Planı ile; Yahudilere % 56,5, Araplara ise % 43,5 toprak verilir. Kudüs yine tarafsızdır. Araplar reddeder.

1948’de İsrail bağımsız devlet kurduğunu ilan eder.

ABD ve Rusya ilk tanıyanlar olur. Türkiye de tanıyanlara katılır. Araplar tanımaz.

Filistinliler, 15 Mayıs'ı "El Nakba-Felaket günü" ilan eder.

Araplar; “içerisinde Yahudilerin de yaşadığı bir Filistin devleti kurulmasını” teklif etmişlerdir. Trump’ın teklifi, 1948’deki Arap teklifinin “tam ters yüz edilmiş” hali.

Araplar savaş açarlar. Mısır-Ürdün-Irak-Suriye, dört ülke İsrail’e saldırır. İsrail hepsini yener, topraklarını genişletir. Topraklarını % 78’e çıkartır. 700 bin Filistinli içinse “göç” başlar.

Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile İran ve Türkiye savaşa katılmaz.

Amerika’nın Yahudi taraftarlığı, Rusları karşı pozisyona yönlendirir. SSCB-Ruslar, Arap milliyetçiliğine oynar. Bölgede Rusların etkisi artar. BAAS partileri ve sosyalist subaylar yönetimlerde güçlenir. Mısır-Suriye-Irak’ta Rus etkisi genişler.

1967 “altı gün savaşı” patlak verir. İsrail “yıldırım harbi” ile süratle neticeye gider. Arap dünyası ikinci hezimeti yaşar. Kürt isyanı nedeniyle Irak savaşa katılamaz. Mısır, Suriye ve Ürdün yenilir.

İsrail’in hava kuvvetleri, rakip uçakları meydanlarında imha eder. Bu bir “istihbarat” başarısıdır.

İran, İsrail istihbaratının Irak’ta Kürt isyanı çıkarmasında, en büyük desteği verir.

İsrail; Sina yarımadasını, Gazze’yi, Batı Şeria’yı ve Golan tepelerini işgal eder.

1982’de Sina yarımadasından, 2005’te Gazze’den çekilir. Batı Şeria ve Golan halen İsrail’dedir.

S. Arabistan, Körfez ülkeleri ve Türkiye savaşa katılmamış, İran dolaylı İsrail’i desteklemiştir.

Filistinliler artık diasporadadır. Filistinli göçmen sayısının 6 milyonlara ulaşmış olması, bölge ülkeleri iç siyasetini ve Filistin mücadelesini, farklı boyutta etkiler.

1967 savaşında, Mısır, Suriye ve Lübnan’ın çok kısa sürede “rezilce” mağlup olmaları, bölge ülkelerine sığınmış Filistinlilerde “büyük bir travmaya” neden olur.

Mısır ve Suriye’deki “boş hamasetin” nasıl yerle bir olduğunu gözleri ile görmüşlerdir.

Bu safhadan sonra, “Filistin Mücadelesinin” temelini “asimetrik savaş” oluşturmaya başlar. Gerilla, vur kaç. Düşmana rahat verme.

Arap dünyasında güçlenen Müslüman Kardeşler (MK), Filistin meselesine dahil olur. Fetih hareketinin “barışa” ulaşamaması veya “adaletli barışa ulaşamaması”, Fetih’i sorgulanır hale getirir. Bu boşluk Müslüman Kardeşleri devreye sokar. MK Hamas ile Filistin davasında etkili bir rol oynamaya başlar. Sert silahlı mücadele yolu açılır.

On yıl kadar sonra da İran bu mücadeleye, “Lübnan Hizbullah’ı” ile dahil olacaktır.

“Filistin Mücadelesi” artık tam bir “paramiliter yapıya” bürünür. Devletlerarası savaş bitmiş veya cesaret edilebilir ölçekten çıkmıştır. “Paramiliter asimetrik savaş”, İhvan ve Hizbullah desteği ile bölgesel ölçeğe yükselmiştir.

AKP; iktidarının ilk yıllarında, Filistin halkının ve “Filistin Mücadelesinin” kuvvetle yanında-desteğinde olmuş, daha sonraki yıllarda ise giderek bu mücadeleden uzaklaşmış, adeta “söylem seviyesine” gerilemiştir.

AKP’nin; Mısır, Suriye, Libya’da, İhvanla işbirliği yaparak giriştiği “iktidar dizaynı macerası” da başarısızlık ile sonuçlanınca, Türkiye “Filistin Meselesinde” iyiden iyiye “etkisizleşmiştir”. AKP’nin, İhvan ile giriştiği “macera” elbette bölgedeki “monarşileri” de ürkütmüş, Arap dünyasının büyük bir çoğunlukla Türkiye karşıtı olmasına neden olmuştur.

İşte bu tablo içinde, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri (Katar hariç), “İsrail’le barış içinde yaşanabilir mi” arayışına girmiştir.

Bunun ilk işaret fişeği, BAE tarafından atılmıştır. BAE İsrail’le “birlikte yaşama-normalleşme sürecine” girmiştir. Ardından diğer ülkeler İsrail’le normalleşme sürecine girecek gözükmekte.

“Filistin Meselesi” çözülmeden, bu işin zor olacağı ve bu “kolaylıkla sabote edileceği” de açıktır.

“Adaletli bir barış” ve Yahudilerle Filistinlilerin gurur duyabileceği “birlikte yaşama” ortamının oluşturulması, şarttır.

Filistinlilerin “mazlum olduğu” su götürmez. Hakları açıktır. Yahudilerin bunları dikkate almayan adımlar atması; insani olmayacak, adaletli ve uzun soluklu olmayacaktır.

Yahudiler bu konuyu “kırk kere” düşünmek zorunda.

Kalıcı barış mı istiyoruz, geçici zafer mi?

Nasyonalistlerin “bitmeyen savaşları” yerine, ılımlıların “birlikte yaşama” istekleri arasında tercih nasıl olacak?

Filistinlilerin “haklarını vermeyerek”, bu günü mü kazanmayı tercih etmeliyiz, yoksa “adaletli bir çözümle”, “geleceği kazanmayı” mı tercih etmeliyiz?

Netenyahu gibi nasyonalistlerin iktidarda olduğu bir İsrail’den “makul adım” beklemek ne denli mümkün?

Bütün bölge yönetimlerini dizayn etmeyi “temel gaye” edinmiş, “Sünni Siyasal İslamcıları” ile “Şii Siyasal İslamcıları”, barışa yol verirler mi?

İsa peygamberin yeryüzüne inişini çabuklaştırmak için “savaşların savaşını” çıkartarak, büyük felaketi oluşturmaya yeminli Evanjelikler boş durur mu? Trump’ı rahat bırakır mı?

İnsanlık bu “sapkınlar” yüzünden, en kanlı savaşla mahvolma eşiğine gelir mi?

Velhasıl, durum çok ümitli değil. Ve ortalık mayınlarla dolu.

Teklif edilen “barış” da hiç adil değil.

Ümitsiz olmak için hayli neden var.

Belki Trump seçilmez, belki Netenyahu iktidardan gider, belki İran demokratik bir rejime kavuşur, belki AKP iktidarı değişir… Belki, belki…

Unutmayalım, 100 yıldır bu “mücadele” sürüyor.

Sıcak savaşla başladı, ardından paramiliter savaşa evrildi. Netice alınamadı.

Ufukta netice alınabileceğinin işareti pek yok, ya da çok zayıf.

İran ve Çin’in “stratejik ortak olması”, bu ateşi oldukça “harlandıracak” kapasitede.

Armageddona’a giden yolun kapısı “adaletsiz çözüm” olmasın.

Yorumlar

  1. Adeline Hanım,
    Tarihi çerçeveyi özetleyen neyin, neden olmayacağını ya da olması için ne gerektiğini anlatan bir yazı olmuş, kaleminize sağlık...

    Yazının baş kısmındaki şu ifadeler :
    "İşte “bu” Yahudiler, zulüm gören insanlar, başkalarına “zulüm etmenin” eşiğindeler."
    O eşiği çoktan geçtiler!...

    İran gizli servisinin İsrail gizli servisine desteğiyle Irak'ta Kürt isyanı çıkarması ve 67'deki savaşa katılmaması öteden beri benim de savunduğum İsrail-İran perde arkasında dost ve müttefiktirler tezimi dayandırdığım noktadır.

    Adil bir çözümün mevcut aktörlerle olmayacağını biz biliyorsak bölge halkları hayli hayli biliyordur. O halde bu gölge oyunu neden oynanıyor, futbol deyimiyle neden orta sahada top çevriliyor...
    Ö. Ö


    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Cevabı "sakin ve makul" olmakla aranabilecek bir mesele. Bilmek, uygulayabilmek anlamı taşır mı?

      Sil
  2. Âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâmın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaati namı altında ve “Müslüman İsevîleri” ünvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâmın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak, beşeri inkâr-ı ulûhiyetten kurtaracak.

    Mektubat, 29.Mektub, s. 520



    Hadis-i sahihte rivayet edilen, “Hazret-i İsa Aley­hisselâmın geleceğini ve Şeriat-ı İslâmiye ile amel edeceğini, Deccali öldüreceğini” imanı zayıf olanlar istib’ad ediyorlar. Onun hakikati izah edilse, hiç istib’ad yeri kalmaz. Şöyle ki:



    Hazret-i İsa Aleyhisselâmın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semasından nüzul edecek, hâl-i hazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-ı İslâmiye ile birleşecek, manen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyet’e inkılâb edecektir. Ve Kur’ân’a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.

    Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli Şey’in vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey’ vaad etmiş; elbette yapacaktır.

    ( Deccaliyet Komitesi ve Dinsizlik Cereyanı sözlerini Küresel Güç olarak anlamak derek. Bunda zerre şüphe yoktur. )

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. okuduğunuz için teşekkür ederim. ben de sizin yazdıklarınızı okumaya çalıştım, lakin anlama seviyem % 15 civarı. anlayabilinecek "sadeliğe" kavuştursanız, sanırım bilgi haline gelir ve istifade mümkün olur.

      Sil
  3. Yazı harika, teşekkürler.
    İsa Peygamber gelir mi, Yahudiler istediği sınırlara ulaşır mı bilinmez. Paylaştığınız haritada İsrailin sınırlarını genişletmesi sadece savaşla olmamış, Bölgedeki Araplar kendi çorak-bataklık topraklarını Yahudilere satmıştır.
    Günümüzde 1. ve 2. Dünya Savaşları gibi kılıç, kalkan, top, tank VS ile yapılan savaşlar mümkün değil.
    Savaşlar ekonomi üzerine ve masa başında yapılıyor.
    Burda da güçlü olan her türlü kazanıyor zaten.
    Mazlum halka gelince:
    Filler tepişirken çimler tabi ki ezilecek..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okuduğunuz için teşekkür ederim... Haklısınız...

      Sil
  4. Tebrik ederim, çok güzel özetleyici bir yazı, aynı zamanda çözüm ihtimali ve çözümsüzlük sebepleri de ortaya konulmuş irdelenmis. Çok faydalandım Elinize sağlık

    YanıtlaSil
  5. Adelina Hanım, daha önce de belirttiğim gibi yazılarınız bugün topluca okuyorum. Bu yazınız 1,5 yıl önce yazılmış. Yazınızın sonunda "Belki Trump seçilmez, belki Netenyahu iktidardan gider, belki İran demokratik bir rejime kavuşur, belki AKP iktidarı değişir…" şeklinde bir beklentiniz var. Bu cümledeki 4 beklentinizden ilk 2'si aradan geçen bu sürede gerçekleşti. 4. sıradakinin gerçekleşmesine ise bir 1,5 yıl daha beklemeyeceğiz gibi. "İran'ın demokratik bir rejime kavuşması" beklentiniz ise, İran'ın arkasında Rusya ve Çin olduğu müddetçe, çok zor. Ama "Olmaz, olmaz demeyelim" demişler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

medya etigine aykiri yorumlar kabul edilmez