Muharrem İnce, demokrasinin yol kesici figüranı mı?

Haberiniz var mı? Yalova’dan “Mesih” çıkmış, 

yaşasın kurtulduk!


Türkiye; sahip olduğu fiziki ve kültürel coğrafyası, birçok küresel güçle temasa geçmesini mümkün kılan stratejik kapasitesi ile, çok önemli bir ülke.

Çoklu etnik unsurların harmanlanmasıyla oluşan, Türkiye ve onun hinterlandındaki toplum; çok yönlü açılım kapasitesine ve stratejik işler başarabilme kapasitesine sahip.

Az daha eğitim ve sakin bir liderlik her şeyi çözer…

Muhtelif coğrafyalarda, muhtelif toplumlarla birlikte yaşanan binlerce yıllık sosyolojik süreç, öyle bir yapı meydana getirmiş ki, bu toplum süratle; yeni kararlar alabilir, yeni istikametler çizebilir, esnek dönüşler yapabilir.

Ülke, sıkışmışlığına çözüm bulmaya çalışırken, bir haber geldi. Aranan “mesih” Yalova’dan çıkmış. Yaşasın.

Muharrem İnce CHP’den ayrılıyor ve özlediğimiz Cumhuriyetçi-Kemalist değerlere sahip partisini kuruyor. Hem de tam merkezde ve tek başına iktidara gelecek şekilde.

Benim gibi “mesleğinin emekleme çağında olan” bir gazeteci, yaklaşık 4 yıl önce, Muharrem İnce’nin CHP’den ayrılıp, “Kemalist” çizgide bir parti kuracağını, yazıyorsa, zaten tablo nettir.

Gelin bu “önemsiz” meseleye başka açıdan bakalım.

Osmanlı parça parça edilip, paylaşıldıktan sonra, yeni bir “devlet” kurduk. Türkiye Cumhuriyeti.

Balkanından, Kafkasından, Orta Doğusundan, Kuzey Afrikasından… Velhasıl her yerden, “göç kervanları” oluşturduk ve “hepimiz” Anadolu’ya sığındık.

Yeni Devlet, “yeni bir rejimle” kuruldu. İmparatorluk bakiyesi toplum, “batılı” bir topluma dönüştürülecek, kimsenin toprağında gözümüz olmayacak, “sınırlar içinden” kalınacak, “Müslümanlık” iddiasında bulunulmayacak, “Arapların meselelerine” karışılmayacak, sınırın ötesindeki Kürtlerle ve Türkmenlerle ilgilenilmeyecek.

En önemlisi de; Filistin bölgesinde kurulmakta olan Yahudi devleti için “tehdit” oluşturulmayacak.

Rejim tek partiye dayanıyordu. CHP, bu yeni rejimin ve kültürün “taşıyıcısı ve mühendisi”, ordusu ise “koruyucusu” idi.

Demokrat Parti ve Adalet Partisi, “merkez sağ anlayışla” birçok defa bu kabuğu kırmaya teşebbüs etse de, “koruyucu” devreye girdi ve “devlet” yeniden “rayına” sokuldu. Sistemin devamlılığı, “demokrasiye izin vermeyerek” sağlanıyordu. Ayaklanan Kürtler de ordu ile hizaya getiriliyordu.

Müdahalelerle geçen sürede, ortalama insan, bu düzene büyük ölçüde uyum sağladı.

2000’li yıllara kadar, bu böyle devam etti.

O devrin iki temel dinamiği vardı: “Batılı tarz toplum modelini” korumak ve “ordunun müdahalesine açık demokratik olmayan bir rejim- ordu merkezli vesayetçi rejim”.

Toplum ve siyaset bu iki dinamikle, öngörülen çizgide tutuldu. Siyaset de, kendisine biçilen sınırlar içinde ülkeyi yönetti.

Bunun bir istisnası oldu. Kıbrıs’a müdahale. Rahmetli solcu Ecevit ve rahmetli dindar Erbakan.

2000’den sonraki süreçte; “dindar-muhafazakar” siyaset ve “Kürt hakları merkezli” siyaset, yükseldi. “Dindar-muhafazakar” siyaset AKP ile iktidara geldi.

Dindar-muhafazakar siyasi oluşumlar “Türkiye’deki ve bölgedeki Kürt meselesine”, “dindar perspektiften bakarak” bir çözüm bulunabileceğini düşünüyordu. Toplum bu teklifi olumlu karşıladı. “Çözüm” İslami ölçüler içerisinde olacaktı.

Ancak; “Kürt hakları merkezli” siyasi hareket, “seküler-laik” anlayışa sahipti. Bu durum iki siyasi hareket arasındaki uyumu güçleştiriyordu.

Ancak başarı şansı oldukça yüksek bir zamana girilmişti.

Çözüm aynı zamanda, “katılımcı demokrasinin kapılarının açılması” demekti. Diğer yönden, bölgedeki-diğer devletlerdeki Kürtler için de, Türkiye’nin “cazibe merkezi” haline dönüşmesi anlamı taşıyordu.

Kürtlerle-Türklerin, “yeni yüzyıl stratejik ittifakı”; bölgedeki dengeleri değiştirebilir, Türkiye’nin bölgedeki stratejik rolü farklılaşabilirdi.

Kürtler bu stratejik ittifakı istiyorlardı. Taraflar heyecanlıydı. Salih Müslim kırmızı halıyla karşılanıyordu.

Aklıselim çevreler, bu ittifakın olmaması halinde, Kürtlerin “kimlerle ittifak arayışına girebileceklerinin” de farkındaydılar.

Şunu not olarak düşüp, analize devam edelim.

Bütün bunlar devam ederken, “dindar-muhafazakar siyaset” Kürtlerle barışı sağlayıp, yeni bir kulvar açmaya doğru ilerlerken, “Türk Birliği-Turan” kurmak üzere yola çıkan “milliyetçi hareket”, kitaptan ve eğitimden uzaklaştırılarak, bambaşka bir çehreye büründürüldü. PKK terörünün toplumsal etkileri “milliyetçileri” içe kapattı. “Pratikte”, Kürtlerle mücadeleye dönüştü, milliyetçilik.

Türkiye’nin; Kürtlerle barışıp, stratejik yüz yıllık ittifakı kurarak, “stratejik genişlemesinden”, birçok önemli güç merkezinin büyük rahatsızlık duyacağı aşikardı.

Dindar-muhafazakar siyaset bundan vazgeçirilmeli, milliyetçi siyaset uygulamasına geçilip, “Kürt meselesine silahlı çözümü” öngören, kuruluş felsefelerine geri dönülmeliydi.

Türkiye, Kürtlerle "barışmamalıydı".

Öyle de oldu. Ortalık karıştı. Liberal ve demokratlar ayıklandı. Trenden atılanlar atıldı. AKP, “milliyetçi dindarlara” kaldı. Bahçeli ile içe kapatılmış “milliyetçilik” anlayışında “bütünleşilip”, “daha radikal milliyetçilik” aşamasına geçildi.

Demokrasi iyice zayıfladı. Tek adamın karar verici ve seçici olduğu bir garip yönetim sistemi kuruldu. Daha çok demokrasi, beka için tehlikeydi.

İkili, “silahla dış politika” modeline geçip, Suriye ve Libya’da ordular, paralı savaşçılar ve silahlı cihatçılarla “Türkiye yanlısı Arap yönetimlerin dizaynına” koyuldu.

Dış politikanın ikinci ayağı ise; Suriye’de otonom bir Kürt oluşumunun silahlı müdahale ile önlenmesi çalışmaları oldu. Bunun için Türk ordusu Suriye'de tampon bölgeler oluşturdu.

Düşünün yıl 2014, Suriye ve Irak’ta IŞİD rüzgarı başlamış. IŞİD, Suriye’deki Kürtleri ezmek üzere, “Kobani düştü düşecek” denildiği zamanlar. Sınırdaki Türk tankları, Suriye’ye girecek konumda. “Girin emri verilse” ve “Kürtler benim korumamda” dense, nasıl bir tablo oluşurdu? Ama emir verilmedi.

Peki, kim geldi korumaya, Kürtleri? Amerikan ordusu. Peki, Kürtler şimdi kiminle? ABD ve İsrail. İyi bir iş mi yapmış olduk mu? Kazandık mı, kaybettik mi?

Kaybetmemiz gerekiyordu, “kaybettirildik”. Kürtlerle barış sağlanmamalıydı, sağlanmadı.

Bütün Arap ülkeleri, darmadağın. Birçoğu, savaş ve iç çatışmalar içinde. Ya da İran’la Şiicilik Sünnicilik çatışması içinde ve çoğu Amerikan kontrolünde.

Bütün bunlar yaşanırken bir ülke rahat. Kim? İsrail. Doğu Kudüs yetmedi, Batı Şeria’da Lübnan vadisini de ülke topraklarına katma aşamasında. Suriye’de istediği hedefi vuruyor. Suriye ve Lübnan, İsrail için adeta “biri bizi gözetliyor coğrafyası”. ABD ile birlikte Kürtlerin de hamisi.

Siz bunda bir akıl, bir mantık görüyor musunuz?

Gelelim yazının başlığına.

AKP ve MHP oyları CB seçimi için % 40’lar civarında. CB seçimini alabilme şansları yok.

CB’lığı ile ilgili yapılan anketlerde, hem İmamoğlu, hem Mansur Yavaş, Erdoğan’ı çok rahatlıkla geçiyorlar. Muhalif kesimin ilk defa aday sıkıntısı yok ve Erdoğan rahatlıkla geçiliyor.

Yani, “demokrasi” yeniden gelebilir.

CHP, Kılıçdaroğlu ile özgürlükçü ve daha demokrat olmaya çabalıyor. Başarıyı “birliktelikte” arıyor. “Dostlarla birlikte iktidara yürüyeceğiz” diyor. Ankara’yı ülkücü adayla, İstanbul’u namaz kılan bir CHP’li adayla aldı. İstanbul seçimleri bir destandı. Bütün partiler destekledi.

Kılıçdaroğlu, CHP’yi demokratlaştırırken, “dostlarım” dedikleri ile de demokrasi hedefinde işbirliği yapıyor. Kılıçdaroğlu % 28-29’la tek başlarına iktidar olunamayacağını biliyor.

Kılıçdaroğlu’nun, diğerleri ile kurduğu bu işbirliğinde kilit kelime “demokrasi”.

İşte bu kelime, bütün oyunları bozacak “büyüklükte”. Türkiye içinde, barış ve huzuru getireceği gibi, Türkiye’nin; Türkiye içindeki ve Türkiye dışındaki Kürtlerle de barışmasını ve “coğrafyanın dikte ettiği gibi”, Kürtlerle-Türklerin yüz yıllık stratejik ittifakına kapı aralamasını sağlayacak önemde. Arap ülkeleri ile dostluk, barış geliştirilecek, savaş son bulacak. Ekonomik refah için çalışılacak.

"Üst Aklın" kurduğu düzen nasıl bozuluyor değil mi?

Ekonomik ve sosyal büyümeye yelken açacak Türkiye, kimi-kimleri rahatsız eder, düşünsenize.

O halde, demokrasiye doğru yol alan ekibin “yolu kesilmeli”. Demokrasinin kapıları sıkıca kapatılmalı, daha sıkı rejimler kurulmalı, Kürtlerle kavgalı, Araplarla kavgalı bir Türkiye, “milliyetçilik”, “milliyetçi dindarlık” söylemi altında sıkı sıkıya korunmalı.

Böyle bir Türkiye, sadece ve sadece “üst aklın” işine gelir. Üst Akıl, demokrat bir Türkiye istemiyor. Kendi ve bölge Kürtleri ile barışmış Türkiye istemiyor. Komşuları ile kavgalı bir Türkiye istiyor.

Haydi o zaman, eski zamanın “Cumhuriyetçi ve Kemalist değerlerine bağlı CHP’sini yeniden oluşturalım”. Kim müsait? Muharrem İnce, fena değil. İmkan da var. Muharrem koşturur.

Muharrem İnce’nin rolü; ister farkında ister değil, demokrasinin yolunu kesmek, anlamı taşıyor.

Bu görev için "soyunmuş" Muharrem İnce için yazı yazmaya değer mi?

Siz “büyük oyunu” görün yeter.

Türkiye 100 yıl içine kapatıldı, Kürtleri ile kavga ettirildi, AB’den-demokrasiden uzak tutuldu. Kalkınmaya harcaması gereken enerjisini şimdi savaşlara-çatışmalara harcıyor.

Muharrem İnce ile yapmak istedikleri Türkiye’nin önünü kesmek, vesselam.

Muharrem İnce; birinci vazifesini, CB adayı iken “demokrasi meydanından kaçmakla” gerçekleştirdi, ikinci vazifesini ise “demokrasinin yolunu kesmekle” gerçekleştirmek istiyor.

Muharrem İnce ciddi bir oy alamaz, hatta “alayı gelse”, başaramaz.


Yorumlar

  1. Adeline Hanım, İnce'ye biçilen rolü özellikle yazının sonunda güzel ifade etmişsiniz. Ancak ben İnce hareketinin öyle çok ses getireceğini düşünmüyorum. Benzetmemi lütfen mazur görün : üçbeş romantik emekli amcayla üçbeş laikçi teyzeyi peşine takar ancak.

    Kendi de tıpkı Cbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi markette alışveriş görüntüleri eşliğinde "makbul" muhalif lider rolünü oynar. Körler ve sağırlar....

    Kaldı ki %50+1 lik sistemde oyları konsolide etmek öyle çok kolay değil.


    Yazının ortalarında geçen
    "Yani, “demokrasi” yeniden gelebilir."
    bu cümle mevcut yasalar çerçevesinde mümkün değil. Çünkü Cbaşkanlığı öyle yetkilerle donatılmış ki kimin eline geçerse kendini kaybeder. Onun için ittifak oluşturan partiler yol haritası belirlemeli belli bir takvim çerçevesinde.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okuduğunuz için teşekkür ederim. İnce'nin başarısı ne olabilir konusunda benzer düşüncelere sahibim. Benim bu yazıda vurgulamak istediğim, bu ülke,bu toplum, bu devlet, bağlı ve kavgalı tutulmak üzere kurgulanmış, muhafazakarlar bir nebze demokrasinin eşiğine getirdi, o da türlü oyunla ortadan kaldırıldı, bağlayanlar mevcut emanetçileri uygun buluyor,devamı riske girdi,yeni aktörcükler sürüp,devamlılığı sağlamaya çalışıyor.yeterki demokrasi olmasın.batıda kartel yönetim dedikleri,menfaat gruplarının oluşturduğu bir yönetim var, fikri bir tanımlama koyamazsınız.üst akıl bunun kalması için çare arıyor. demokratikleşememenin bir adım sonrası bölünme, Allah korusun iç savaş, üst akıl onu istiyor. Muharrem de ne yaptığının farkında değil..

      Sil
    2. Güzel bir yazı, burada itirazım itahat terakiciler kurdu, cumhuriyet ile ellerinde kalanı tutmak, sonrasında kaldıĝı yerden devam etmekti, rum ermeni, sorunu kökten hal olmuṣ, sıra Kürtlerdeydi ki baṣaramadılar, PKK ile iṣler daha zorlaṣtı, bugüne gelindi.

      Sil
    3. okuduğunuz için teşekkür ederim... ittihat terakki ve mustafa kemal farklı.. parçalanan bir imparatorluğun travmalarını da dikkate almak gerek..daha geniş düşünmeye çalışmak gerek derim..

      Sil
  2. Muharrem İnce ve Türkiye analizi açısından fevkalade bir yazı olmuş. Tebrik ediyorum.

    YanıtlaSil
  3. Adelina Hanım, yaklaşık 20 ay önce "AKP ve MHP oyları CB seçimi için % 40’lar civarında. CB seçimini alabilme şansları yok." demişsiniz. Günümüzdeki kamuoyu yoklamalarına göre bu %40'lar civarındaki oy % 30'lar civarına düştü.

    YanıtlaSil
  4. Güzel özetlemissiniz. 'Üst akil' haric görüslerinize katiliyorum, ben 'Ic Akil' diyorum. Yani olan rejimi koruma, kollama hali. Yeni, demokratik ve Kürtlerle göz hizasinda bir iliskiyi TR Cumhuriyeti kurucu rejiminin red ettigi, istemedigi bi seydi ve kazandilar. Yani demek istedigim TR nin demokratik bir ülke olmasi, Kürtlerle barismasi Israil/ABD/AB nin her zaman cikarina olur kanaatindeyim, bozan onlar degildi, kendi ic dinamiklerimizdi. Kanimca bozulmasinda en büyük etkende rejim muhalifi deye bildigimiz, TR nin diger ötekisi, AKP yi destekleyen muhafazakarlarin dertlerinin demokratiklesme, AB, Kürtlerle baris falan olmadigi, sadece bi sekilde yönetime katilmak, iktidara ortak olmak yani eskinin icine biraz din karistirip ayni yola devam etmeyi istemek oldugunu düsünüyorum. Gelinen noktada hem rejim taraftarlari hem muhafazakarlar istediklerini aldi.
    Bence K.Kilicdaroglu nun ülkeyi demokratiklestirmekta ne kadar basarili olacagi CHP secmenin demokrasi mi eski rejim mi istedigine bagli. Ilk dönem AKP nin demokrasi hamlelerine muhalefet eden onlardi, ne kadar degisip dönüstüklerini yakinda görücez. Degismeyenlerin Ince ye gitmesi cok olasi ve Ince de bunu biliyor ve eski TR ye oynuyor. Yeni TR de AKP nin söylemi, geriye Kilicdaroglu na 'baska TR mümkün' söylemi kaliyor. Ince icin yazi yazmaya degermi demissiniz ama secimleri Kilicdaroglu kazanirsa CHP nin hangi politikalarda ne kadar arkasinda duracagina bagli olarak Ince eski TR isteyenler icin güclü bi alternatif aktör olabilir kanimca.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okuduğunuz için teşekkür ederim.. Yorumunuzdan yararlandım.. Değişim sürüyor.. Hem Türklerde, hem Kürtlerde... Avrupa ülkelerinde de marjinal ırkçı partiler olması, bahsettiğiniz ektemistlerin yaşayabileceğine işaret ediyor, ne kadar demokratlaşsak da.. Ama iktidar olma şansları olmaz..

      Sil
  5. Nokta tespit yapmışsınız gerçekten. CHP içinde neler olduğunu M:İncenin neden böyle davrandığını tanıdığım chp liler de anlayamıyor. Ve yaşananlar karşısında şaşkınlar. Hatta M. Çelebinin parti değiştirmesi, H Cevizoğlundaki şaşırtıcı değişim, baro başkanının taraf değiştirmesi, Y. Özdilin çevreye atılması da chp içinde yaşanan köklü zihniyet değişimine bağlanabilir sanırım. Anlaşılamayan durum chp yönetimi bugün insanları hayrete düşüren bir adamı nasıl oldu da 2018 de aday gösterdi. Bu soruya bazı tanıdığım chpliler K.K. onun nasıl biri olduğunu biliyordu, harcamak için aday gösterdi. diye cevap veriyorlar. Ben de şöyle diyorum;
    Eğer öyleyse chp yönetiminin seçim kazanmak gibi bir derdi hiç yokmuş tek derdi partide kendisine rakip olacak birini dışarı atmakmış. Ve bu kendi seçmenini kandırmak anlamına da gelir. O zama seçmenlere yazık. Saf saf gidip kazanamayacağı bilindiği halde, seçileceğine inanarak umutla sandıklara gidip oy verdiler.Onların seçim kazanmak gibi bir derdi hiç olmamış.
    Ben bu görüşe katılmıyorum ancak bunu ben de merak ediyorum. Nasıl böyle bir hata yapıldı. Bulabildiğim tek cevap şu; Parti içi birliği ayakta tutmak için İnce aday gösterildi. Fakat seçime giden süreçte hareketleri beğenilmedi ve destek çekildi. Bu hareketlerden biri rakibini ziyaret etmesi. ( Ki ben bunu parti yönetiminin onaylamadığını sanıyorum)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. okuduğunuz ve katkı verdiğiniz için teşekkür ederim... derin devlet yazımı da okursanız belki bazı boşluklara cevap çıkabilir. ancak ben de sizler gibi pek çok tereddüde sahibim, analiz edip yazıyorum, sizlerden gelenlerle fikirlerimi tazeliyorum.
      hani bir işin olabilmesi şartları vardır.. o şartlar oluşmazsa,zorlama ile o şeyi yapmanız mümkün olmaz,ya da çok maliyetli olur.. bugün ki kılıçdaroğluna ulaşıncaya kadar çok şeyler yaşandı,ince meselesi de sanırım bunlardan birisi..

      Sil
  6. Tarihsel savrulmanın içinde, yolunu bulabilmek maharet ister.
    Bu nedenle yazınız çok değerli buldum.
    Yuval Noah Harari, 21. Yüzyıl içi 21 Ders kitabında, 'Küresel dünya kişisel tutum ve ahlakımız üzerinde eşi benzeri görülmemiş bir baskı yaratıyor. Her birimiz her yeri kaplayan sayısız örümcek ağına yakalanmış vaziyetteyiz. Bu ağlar hareketlerimizi sınırlamakla birlikte en ufak bir kıpırdanışımızı bile çok uzak istikametlere itiyor' diyor haklı olarak.
    “Fikirlerine âşık” siyasetçiler, kişisel kariyerlerini, rakiplerine karşı duygularını ve büyük egolarını ülkeyi bekleyen riskin önüne koymadan karar vermeliler.
    Yoksa Dindar-muhafazakar ve milliyetçi hareket siyaseti daha da güçlenerek yoluna devam eder ve zaten var olmasına bir türlü izin verilmeyen demokrasi geleneğimizin önüne çok daha büyük bir duvar örülmüş olur.
    Maalesef sayın Muharrem İnce (şimdilik) bunu farkında değil gibi.
    Umarım 14 Mayıs seçimine kadar bunun önemini kavrar, ki bunu çok isterim.
    Zaman daralıyor. Önemli bir dönemecin içinden geçilirken Türkiye ve siyasal dinamikleri, katılımcı demokrasi sınavını başarı ile verebilecekler mi?
    Ya da tarih baba bizi çok daha uzak mesafelere itecek mi?
    Hep birlikte göreceğiz.

    YanıtlaSil
  7. okuduğunuz için ve verdiğiniz katkılar için teşekkür ederim.. profesör harariyi takip ederi, makalelerini okurum, kitabı da okuyacağım..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

medya etigine aykiri yorumlar kabul edilmez