Kafkasların Elçibey'i

 

Kafkasların Elçibey’i, “Bozkurt’un çöküşü-yarım kalan iki rüya”…


Türkiye’nin Güney Kafkaslarda, inisiyatif geliştirebileceği iki tarihi hadise gerçekleşti.

Biri, Osmanlı’nın son döneminde, Rusların iç çatışmayla meşgul olduğu 1917-1918 dönemi, diğeri ise SSCB’nin dağılma sürecine girdiği ve Rusların bölge kontrolünü kaybettiği 1990’lı yıllar.

Birisinde, Mehmet Emin Resulzade, diğerinde ise Elçibey tarihi rol oynadı.

Bu gün Elçibey’in ölümünün 20 inci yılı, gelin önce onu biraz anlatalım.

Elçibey rahmetliyi, bizim Kosovalı Mehmet Akif Ersoy’a benzetirim.

Ömürleri inandıklarının peşinde koşturmakla geçmiş, sevenleri ve halkları tarafından vefasızca terk edilmiş, kendileri ve aileleri fukaralık içinde bir ömür sürmüş.

Elçibey 22 Ağustos 2000 tarihinde, “prostat kanseri olması ve metastaz etmesi” sonucu rahmetli oldu. Allah cennetini nasip eder, umarım.

Sizi biraz gerilere götürmek isterim.

Çarlık Rusya’sının 1500’lerde başlayan, Türk ve İslam coğrafyalarının işgali yaklaşık 1800’lerde tamamlandı. 1830’larda da Güney Kafkaslara indi.

Rusların Güney Kafkaslara inişinde, Türklerin “kadim dostu” Ermeniler Ruslarla birlikte oldu. Bunun sebepleri başka bir yazının konusu olsun.

Halen Ermeni tarihini okuyorum. Bitirince bu konuda da yazarım.

Ekim 1917 devrimi, Rusları bölgeden uzaklaştırdı. Kısa süren boşluk dönemini “her millet kendisi için değerlendirmek” istedi. Zaten tuzak da buradaydı. Şimdi olduğu gibi.

Osmanlı da öyle yaptı. Güney Kafkas’a Türk ve İslam penceresinden baktı. Enver ve İttihatçı ekibin Türkçü “zihniyeti”; değişen “dünya dengelerini”, azalan gücünü ve halkların değişen talepleri ile örtüşmeyen yeni bakışını ıskaladı. Güney Kafkas’a “müştereken” bakmak yerine, kendisi açısından bakmayı tercih etti.

Elbette ki, yanıldı.

Nuri Paşa Güney Kafkas’a girdi. Kafkas İslam ordusu ile Bakü’yü “kurtardı”. Mehmet Emin Resulzade “bağımsız” devlet kurdu. Karadeniz “çırpındı”.

Gürcüler ve Ermeniler de aynı şeyi yaptı.

Anlayacağınız “altın değerindeki” birkaç yıl, kendi aralarında çekişmelere kurban edildi. Osmanlı da “bütün için” proje geliştiremeyip, dar bir tercihle çözüm aradı.

SSCB’yi kuran Ruslar, gecikmediler.

Rus emperyalizmi bu defa daha soft “sosyalizm-halkların kardeşliği” ile geldi bölgeye. Çarlık, petrolü bir kere dudaklarına değdirmişti. Bakü, Rus’un “hayat alanıydı. Bırakmazdı, bırakmadı.

Hepsi ayrı ayrı yenildiler. Birleşmek akıllarına gelmedi. Osmanlının da birleştirmek aklına gelmedi. Ya da gelemedi.

Resulzade’nin, “bir kere kalkan bayrak hiçbir zaman inmez” dileği, rafa kalktı. Osmanlı olanları sadece izledi.

Rus emperyalizmi, halkları ve bölgeyi Ruslaştırmaya başladı. “Yaşasın Sosyalizm, Halkların Kardeşliği”, SSCB ordusu ile birleşince, önünde durmak ne mümkün.

Sonra kapılar kapandı, duvarlar örüldü. Ne geliş ne gidiş. KGB’nin astığı astık kestiği kestik.

Ama çok yürümedi. İnsana aykırı her imparatorluğun çöküşü gibi, SSCB de 70 yılda çöktü.

SSCB’nin ekonomik gücü; “işgal ettikleri coğrafyaları yönetemedi” ve “dış politik angajmanlarını” kaldıramadı. Rekabetten uzak ekonomi, devlet sırtından geçinenler için, rüşvet ve yolsuzluk cennetine dönüştü.

1922 yılında kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) 1991 yılında dağıldı.

Azerbaycan’ın derinlere gömülmüş, “bağımsız olma duyguları” da yeniden ortaya çıktı ve “inen bayrak, tekrar yükseltildi”. Resulzade’nin liderliği, Elçibey’e geçmişti.

Azerbaycan, yeniden bağımsız devlet oldu. Elçibey de cumhurbaşkanı.

Keleki’den fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Elçibey, “Halk Cephesi” denen “emosyonal kalabalığın” itelemesi ile “zamanı değil” dediği makama, adeta “mahkum” edildi.

Duygular, akla galip geldi. Türkiye’deki emosyonal kadrolar da Elçibey’i buraya doğru itekledi.

1830’larda Güney Kafkas halklarını bölerek kullanan Ruslar, “çekilmiş” görünseler de, yine halkları birbirlerine karşı kullanma oyununu oynadılar.

İlk önce, Dağlık Karabağ Ermenileri, “ayaklandı-ayaklandırıldı”. Rus askeri birlikleri, ayaklanmayı doğrudan veya dolaylı destekledi. Rusya çatışmaları gerekçe yaparak, askeri unsurlarını Ermenistan’da konuşlandırdı.

Türkiye; tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi, meseleye “etnik ve dini cepheden” baktı. Azerbaycan’ı destekledi. Bu Rus’un oyunu idi zaten.

Güney Kafkas halkları arasında çatışma çıksın, birbirleri ile savaşsınlar, o da her birini ayrı ayrı, toplamda da tamamını kontrol edebilsin.

Halklar birbirine düşman, Ruslar hakem. Türkler ise zayıf.

Elçibey, tıpkı Resulzade gibi, Türkiye’yi iyi ölçüp biçememiş ve arkamda nasılsa Türkiye var diye değerlendirmişti. Ama Elçibey, Türkiye’yi yanlış değerlendirmişti.

Nitekim; Türkler, Elçibey’i korumak için hazırladıkları askeri kuvveti Bakü’ye gönderemedi, silah ve malzeme yardımı yapamadı, hatta bir sağlık helikopterini bile gönderemedi.

Ruslar ise; hem Ermenistan’ı kontrollerine almışlar, hem de, bölgedeki Rus tümenin tank ve zırhlı araçlarını vererek yandaş isyancı haline getirdikleri Suret Hüseyinov’u kullanarak, bir yılda Elçibey iktidarını devirivermiştiler.

Haydar, SSCB’nin KGB generali, Suret Hüseyinov’un askeri darbesi kullanılarak iktidara taşındı.

Demirel ve Türkiye sadece seyretti ve olan biteni herkes kabullendi.

Türkiye, bütün Güney Kafkas için bir “barış perspektifi” yerine, ırktaş ve dindaşlarını koruma projesi geliştirmiş ve Rus’un tuzağına düşmüştü.

Azerbaycan’da ise, bir kere daha “milli bayrak” inmişti.

Elçibey’in üç hicranı-gönül yarası vardır.

Elçibey’in “halkına” kalbi kırıktı. Suret Hüseyinov, tankları ile Bakü’ye yürürken, Elçibey’e bir dostunun “Bakü yanıyor bey” demesi üzerine, “Bırak yansın, alçaklar da içinde yanacak” diye cevap vermesi, bu hicranı anlatır.

Türkiye’ye kalbi çok kırıktı. “Bir şey ister misiniz Türkiye’den?” diye sorulduğunda, “hiç ne istemirem, yaralıları cepheden getirmeye bir helikopter veremeyen Türkiye’den ne istemeliyem” cevabı, unutulabilir mi?

Elçibey’in en çok; cumhurbaşkanı makamındayken, “dostum” deyip, yanından milim ayrılmayanların, Haydar iktidara gelince, koşarak ona gitmelerine “sözde Elçibey’ci”, “sözde Türkçü”, “sözde Türk”, “dostlarına, kalbi kırıktır.

O “Türkçüler” ki, bağlı oldukları “Rus’un hatırına”, soyadlarını bile Türkçe yapamadılar. “yevalar, yevler…” hala onların asıl kimliğine işaret eder, dikkat edin.

Tabi Elçibey bilemezdi, kim aslında Rus ajanıdır, kim KGB’ye çalışır, kim sahtekardır. O sadece onun yüzüne gülenleri gördü, ondan istifade etmek için pervane olanları dost bildi.

Allah, “bu saf adama” gani gani rahmet eylesin.

Ama sormalı değil miyiz?

Neden, Türkiye hazırladığı askeri birliği Bakü’ye gönderip, Elçibey’i koruyamadı?

Neden, özel kuvvet askerleri, Gence köprüsü üzerinde Suret Hüseyinov’u durdurmadı?

Neden, kendinden çok seven “yevalar, yevler”, onu terk etti ve Haydar ailesinin hizmetkarı oldu?

Neden Türkiye, Ermenistan’ı da işin içine katıp, bölge barışı için bir proje geliştiremedi ve attığı bütün adımlarla Rus’un Güney Kafkas’a yerleşmesine neden oldu?

Neden Türkiye, Güney Kafka’sın huzurunun, bütün bölge halkları ile dostluk ilişkisi kurmaktan geçtiğini kavrayamadı?

Neden?

Yorumlar

  1. Adelina Hanım, Demirel'in bir sağlık helikopterini göndermemesi, onu tanıyanlarca "Bir Demirel Klasiği"dir. Demek ki Elçibey onu yeterince tanıyamamış, bunu temiz kalpli saflığına yoruyorum. Elçibey'in ruhu şad olsun.

    YanıtlaSil
  2. Merhum Elçibey in aziz ruhu şad olsun 🙏

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

medya etigine aykiri yorumlar kabul edilmez