CHP kurultayı 2

Sol, iktidara mı yürüyor? Mümkün mü? Ama nasıl?
(CHP Kurultayı-2)

Bu konuda yazdığım birinci yazıda; Türkiye toplumundaki CHP algısının oluşumunu, Türkiye siyasetinin gelişimi kontekstinde ele almıştım.

Yani, Kılıçdaroğlu genel başkan olmadan evvel, ortada nasıl bir CHP ve toplumda nasıl bir CHP algısı vardı, bunu anlatmaya çalışmıştım.

Kılıçdaroğlu, genel başkanlıkla beraber bu algıyı da devir almıştı, esasen.

Çok genel bakarsak, CHP algısı; etrafı duvarlarla örülü bir alan içerisine sıkışmış, devleti yönetebileceğinden endişe duyulan, Türkiye toplumunun % 20-25’ine hitap eden bir söyleme kilitlenmiş, “muhafazakarlığın-dindarlığın” adeta moda olduğu toplumun “zencisi” pozisyonunda, iktidar şansı sıfır bir CHP, idi.

Kılıçdaroğlu’na her türlü eleştiriyi yapmak mümkün. Zaten eleştirinin “konforlu” olduğu tek alan, Kılıçdaroğlu. Bahçeli’ye, Erdoğan’a eleştiri yapmanız mümkün mü, hatta gazetecilerin soru sorması?

Kılıçdaroğlu’nun; yaptıklarına ve yapabildiklerine, uyguladığı siyaset stratejisine bu “başlangıç noktasını” baz alarak, bakmak gerek.

Kılıçdaroğlu iktidara geldiği Mayıs 2010 itibariyle, Türkiye’deki siyasetin;

-          Muhafazakarların/Dindarların/Liberallerin/Tarikat ve Cemaatlerin: AKP’de,

-          Milliyetçilerin/Ülkücülerin: MHP’de,

-          Kürtlerin/Sosyalistlerin/Ermenilerin: HDP’de,

-          Laiklerin/Kemalistlerin/Sosyal Demokratların/Alevilerin: CHP’de,

yığınaklandığı görülüyordu.

Türkiye sosyolojisi dikkate alındığında, bu konumlanma ile, CHP’nin iktidar çıkarması mümkün değildi? Kılıçdaroğlu’nun ilk farkına vardığı şey bu gerçekti. CHP, sosyolojik olarak sıkışmış bir alandaydı.

Bu “sosyolojik sıkışmışlığa” aşağıda belirttiğim gelişmelerin “siyaset üretmeye yaptığı baskıyı” da ilave etmeliyiz.

-          2011 yılından itibaren, Suriye, Mısır, Libya gibi ülkelerde görüldüğü gibi. AKP; Arap devletlerinde iktidarları dizayn etme arzularını, “devlet politikası” haline getirmiş Türkiye; fetihçi, nasyonalist ve İslamist bir atmosfere yuvarlanmıştı. Hatırlarsanız, Suriye’ye askeri müdahale yapılmasına karşı olan CHP, bu atmosferle kapışmaktan “kaçınıp”, “iyi şeyler de oluyor” demek zorunda kalmış, “devlet politikaları” ile “AKP politikalarının” ayrıştırılmasını başaramamıştır.

-          2012 yılından sonra, AKP-Cemaat geriliminin oluşturduğu ortam ve bunun üzerine gelen 2016 darbe girişimi, Türkiye’de devlet ve siyaset yönetimini anti demokratik bir zemine sürüklemiştir. CHP; “darbeye karşı koyma cesaretini” göstermiş, ancak “otoriterleşmeye karşı koyma cesaretini” gösterememiştir.

-          Konvansiyonel medya (Tv kanalları ve gazeteler) iktidarın veya iktidara yakın kimselerin kontrolüne geçmiş, tarafsız medya kalmamış, muhalif konumdaki medya organları da sindirilmiştir. Düşünsenize, Halk TV bile, Cumhuriyet Gazetesi bile, “CHP’ye en çok muhalefet eden kanallar, gazeteler” furyasına katılmış, Sözcü gazetesi iktidarı eleştiremez noktaya savrulmuştur.

-          Toplanma, bildiri sunma, protesto yapma, hakkını arama gibi; Anayasal haklar, demokratik eylemler yasaklanmış, sınırlandırılmış, göstermelik idari tedbirlerle “yapılamaz” hale getirilmiştir. CHP, AKP yönetiminin, “devlet eliyle siyaset dizaynı” tuzağını aşamamıştır.

-          Devlet ve bürokrasi; cumhurbaşkanından, diğer bir çok kurumuna kadar; ya partili, ya da partiye ait kadrolar tarafından yönetilir hale gelmiştir. Yargıda, poliste, orduda oluşturulan seçme sistemi, “tek düşüncenin” kamuda güçlenmesinin önünü açmıştır. Kamu yönetimi, AKP lehine sonuçlar doğuracak kararlar almaya başlamıştır.

-          Ana muhalefet partisi genel başkanının, Ankara Keskin’de, hem de bir şehit cenazesinde, bir at hırsızına yumruklatılması, yine aynı şekilde İstanbul’da hapishaneye müdavim olmuş bir suçlu eliyle, ana muhalefet liderinin önüne tabanca mermisi fırlatılması, siyasete “kirli ellerin” de bulaştığını göstermektedir.

Anlayacağınız, hiçbir etik anlayışın olmadığı bir siyaset sürecinde, Kılıçdaroğlu genel başkanlığa başlamış, üzerinde baskılar giderek daha da yoğunlaşmıştır.

Kılıçdaroğlu, elbette pek çok konuda savruldu. Doğru-beklenen kararlar alamadı. Söz gelimi, “adamını” iyi tanımasına rağmen, sonradan başına gelecekleri çok iyi bilmesine rağmen, Türkiye’yi ve Türkiye siyasetini dizayn eden gücün bir çok talebine evet dedi. Dokunulmazlıkların kaldırılması gibi, Yeni Kapı mitingine gitmesi gibi, Suriye’ye ordu ile müdahale edilmesi gibi.

Kılıçdaroğlu bu kararları nedeniyle korkaklıkla, pısırıklıkla suçlandı. Sokağa çıkmıyor, masaya yumruğunu vurmuyor diye aşağılandı.

Şu notu da ilave ederek, devam edelim: “Kılıçdaroğlu 2016 sonrası sadece AKP ile mücadele etmiyordu artık. Devletleşmiş bir AKP vardı veya tersinden söylersek AKP’lileşmiş bir devlet vardı. Kılıçdaroğlu’nun karşısındaki bir manada “devletti”. Ayrıca 2016’da AKP ile koalisyon yapmış olan; MHP, BBP, Vatan P, Kemalistler, Avrasyacılar da Kılıçdaroğlu’nun karşısındaydı.

Bu durum bize üç şeyi işaret ediyor.

1. Kılıçdaroğlu’nun karşısında bambaşka bir ekip var ve bu parti değil “devletleşmiş” bir yapı,

2. Kılıçdaroğlu, Kemalistler tarafından beğenilmeyecek ölçüde değişmiş,

3. CHP’yi bile bölmeye cesaret edebilecek, CHP içinde ve dışında ciddi mihraklar var.

Kılıçdaroğlu, aslında manzarayı görüyordu. Parti’yi ve parti hakkında toplumda oluşmuş “olumsuz algıyı” birden değiştirmesinin imkansız olduğunu, rakibinin “tanımlanması güç” yeni model “devlet aygıtının” olduğunu, biliyordu.

Elindeki yegane güç; “sabır”, “geniş yüreklilik” ve “Erdoğan’ın ötekileştirdiği-düşmanlaştırdığı kitlelerle, siyaset odakları ile temas kurabilme şansı” idi.

Kılıçdaroğlu, bu şansı kullandı.

Kılıçdaroğlu’nun birkaç kritik adımına bu gözle, dikkatle bakalım:

-          2017’deki “Adalet yürüyüşü” ile, parti içine ve toplumun diğer katmanlarına çok güçlü bir mesaj verdi. Erdoğan’la mücadeleyi ben yaparım ve “Lider benim” dedi. Bu Kılıçdaroğlu’nun “şahsi karizması” için en büyük adım oldu. Tıpkı, Hindistan’daki küçük adam Gandi’nin “sivil itaatsizliği” gibi.

-          Kılıçdaroğlu, partiye, partinin seçmenine, daha geniş toplumsal katmanlarla birlikte olma zaruretini belirli ölçüde anlatabildi. Elbette, “devletçi” kanat, “Kemalist” kanat buna direndi. Kılıçdaroğlu, partideki muhalif gruplara hiç cephe almadı. En keskin rakibi olan Muharrem İnce’yi bile 2018’de CB adayı yaparak, toplumun tartısına koydu. İnce’yi Kılıçdaroğlu değil, toplum tarttı ve hiç de sandığı kadar “ağır” olmadığını belirledi ve gündeminden kalıcı olarak sildi.

-          CHP’yi muhafazakar kesimlere açma adımları, Kılıçdaroğlu’nun en çok eleştiri aldığı kararlarıdır. Bahçeli’nin “Ekmelettin tuzağını” saymazsak, çok sivri adımlar atmadı aslında. Saadet Partisi ile ilişkileri, şehitlere gösterdiği hassasiyet, başörtüsüne gösterdiği özen, CHP’nin din konusunda, başörtü konusunda yaptığı yanlışlıklar nedeniyle toplumdan özür dilemesi, en azından Kılıçdaroğlu’nun imajını son derece olumlu bir noktaya taşıdı. Elbette CHP’nin bagajlarının bir kısmının boşaltılmasına da katkı verdi. Muhafazakar kesimlerin bir kısmında, “Erdoğanist olmayanlarda”, Kılıçdaroğlu’na güven arttı, en azından “korku” azaldı.

-          Diğer siyasi partilerle, “makulde uzlaşı” ölçüsüne göre, uzun soluklu bir işbirliği zemini kurabildi. Kendi tabanından da hayli oy alabilen İYİ P ile, Milli Görüş geleneğinin hassas temsilcisi Saadet Partisi ile, merkez sağdan kalan, seçmeni çok olmasa bile, sembolik değeri fazla olan Demokrat Parti ile, yol arkadaşlığı oluşturabildi. Hatta yaptığı bir çok jest ile; seçimlere girilebilmesi için “ödünç MV vermek”, “100 bin imzayı geçsin diye taraftarlarıyla desteklemek”, “kritik zamanlarda birlikte karar üretmek ve görüntü vermek”, “Saadet Partisine MV kontenjanı açmak”, “CHP’ye ait belediyelerde birlikte yol yürüdüğü bu partilerin bazı taleplerini karşılamak”, “aleyhlerinde tek söz söylememek” gibi, bir çok jest yaparak, yol arkadaşları ile “dostluklar” oluşturdu.

-          Demokrasiyi öne çıkardı. Demokrasi ve özgürlüklerin bazı toplumsal kesimlerde, ekmek ve su kadar ihtiyaç olduğu malum. Bu kesimlere, demokrasi sözü verdi. Son yerel seçimlerde büyükşehir belediyelerinin alınabilmesinde “bu demokrasi sözünün” etkili oldu. HDP’ye oy veren Kürt seçmen, bu söze değer verdi.

Bu mesele henüz tam aşılamadı. Kılıçdaroğlu için en keskin virajdı. Çalışılmalı.

-          “Devletleşmiş Erdoğan iktidarının” yenilebilmesi için, tek başına siyasi kombinasyonların yeterli olmayabileceğinin de farkındaydı, Kılıçdaroğlu. Her türlü “gücün”, siyasette “belirleyici olduğu” bir zamandan geçildiğinin farkındaydı. Siyaset dışında “başka mahfillerin” de iknası, razı edilmesi elzemdi. Kılıçdaroğlu için belki de en zor mesele bu olacak gözüküyor. Zira, “bu hamlesinin” partisinin bölünmesi “karşı hamlesini” doğuracağını biliyor. Ama mesafe aldı.

Sevgili okuyucu, elbette Kılıçdaroğlu, gençlerin deyimi ile “bir Aleks değil” ama önemli bir lider. Gördüğümüz ve özellikle göremediğimiz adımları ile değerlendirmek gerek.

Partide İncesini-Kalını süpürdü. Devletçi Kemalist çizginin muhafazasını isteyenleri ezdi geçti.

Masaya yumruğunu vurmuyor, sokağa çıkmıyor, ezilenlerin hakkını yeteri kadar güçlü savunmuyor diye değerlendirdiğimiz Kılıçdaroğlu’nun; İstanbul dahil, Büyükşehir belediye başkanlıklarının çoğunu aldığını unutmayalım. Bu müthiş başarı, onun sakin siyaseti ve kurduğu dostluklar ile alakalı. Ankara’nın başına bir “ülkücüyü” getirebildi.

Ben Kılıçdaroğlu’nun “kendisi için” bir makam peşinde koştuğu kanaatinde değilim. Eminim ki; cumhur başkanlığı konusunda da, şartların gerektirdiği fedakarlığı, çekinmeden yapabilecektir.

Zira, Türkiye’yi içine düştüğü kuyudan, tek başına çıkaramayacağını biliyor. Başkalarının da yardımına ihtiyacı olduğunun farkında. Bunun, ülke için çok önemli olduğunun da bilincinde.

Kılıçdaroğlu, “küçük siyasetçi” değil. CHP % 30’lara doğru tırmansa da, limitinin olduğunun farkında. Bu oy oranının “yangın yerine dönmüş ülkenin”, “gücün tek belirleyici unsur haline gelmiş ülkenin” yönetilmesi için yeterli olmayacağını biliyor.

Kılıçdaroğlu’nun uzun vadeli, sakin siyaseti, Erdoğan’ın “cepheleştirme siyasetini” parça parça etti. Bu bir hakikat. CHP ileride tek başına iktidar olmayı istiyorsa, bu geçiş sürecini başarı ile ve paylaşarak ve de dostane adımlar atarak, başarmak zorunda.

Kılıçdaroğlu; meselenin “ülkenin kurtarılması” olduğundan, meselenin sol-sağ anlayışının çok ötesinde olduğundan, emin.

Bakın, kurultay konuşmasında ne diyor? “Dostlarımızla birlikte iktidar olacağız”.

Bu cümle Kılıçdaroğlu’nun da “özeti”. Gerçeğin de özeti.

Yazının başlığındaki soruya da cevap verelim.

Kılıçdaroğlu; dostları ile birlikte, Türkiye için, iktidara yürüyor.

Unutmayın, iktidar olmanın “elli” yolu vardır. El ele vermek de bir iktidar yoludur.

Allah yardımcısı olsun, millete ve ülkeye faydalı işler nasip etsin.

Hayalindeki “dostluklarını” şeytan eller bozmasın.


Yorumlar

  1. Adelina Hanım, yazdığınızdan 2 yıl sonra okuyorum, yorumlar hâlâ güncel ve taze. Not: "Ana muhalefet partisi genel başkanının, Ankara Keskin’de, hem de bir şehit cenazesinde, bir at hırsızına yumruklatılması" cümlesindeki, Keskin, Kırıkkale'nin ilçesidir. Yumruklama olayı Ankara/Çubuk'ta olmuştur. Yorumu yayınlarsanız, bu not kısmını silebilirsiniz

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

medya etigine aykiri yorumlar kabul edilmez