Erdoğan'ın Ayasofya Kararı

Ayasofya-Hagia Sophia ve Erdoğan'ın Kararı

Erdoğan; "... oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim ..."
Bir tuzaktan bahsediyordu Erdoğan... Ayasofya'yı cami haline getirelim diyenlere verdiği cevapta. Çok uzak değil 1,5 yıl kadar önce...
Peki neden şimdi kararını değiştirdi ve Ayasofya'yı cami yapma kararı verdi?


Neydi sebep?
    - "% 30'a düşen oylarını" mı toparlamak istiyordu?
    - AKP oylarının, "Davutoğlu ve Babacan'a kaymasına" mı mani olmaya çalışıyordu?
    - "Müslüman kitleyi konsolide edecek" sert bir adıma mı ihtiyaç vardı?
    - Mustafa Kemal'e karşı "bir karşı devrim" mi yapıyordu?
    - İslam dünyasında "unutulmaz bir lider" mi olmaya çalışıyordu?
    - "Seçimsiz demokrasi" modeline geçecekti de, bunun dayanaklarını mı oluşturuyordu?
Sanırım daha pek çok tahmin ve değerlendirme yapıldı, bu onuda.

Türkiye'ye dışarıdan bakan genç bir gazeteci olarak, ben de fikir yürütmek ve meselenin analizini yapmak istedim.

Oyları artırmak, toparlamak... Başörtüsü meselesi, kamunun dine karşı duruşu, dindar kitlelerin; bürokrasi, ekonomi, sosyal hayat gibi alanlardan pay almakta sıkıntı çekmesi, gibi konular çoktan aşılmış meseleler. Bu alanda karşıtlıklar ortadan kalktı. Gerilim alanı yok. AKP'de oy artışı olmaması, Saadet'in sıçrama yapamaması, toplumdaki bu tür taleplerin çoktan karşılanmış olması ile alakalı.
Kısa bir esinti olabilir.Belki 100-150 bin civarı bir oy artışı sağlanabilir. Etkisi geçince oylar geri döner.

Davutoğlu ve Babacan'a AKP'den oy akışının durdurulması... Çok dar kadrolar üzerinde ve sınırlı ölçüde baskılayıcı psikoloji oluşturabilir. "Reis'i terk etmeyelim" gibisinden. Babacan ve Davutoğlu, Erdoğan başarılı olsaydı, kendi partilerini kuramazlardı. Oyların kayışı, Erdoğan'ın başarısızlığı ile alakalı. Ayasofya bu başarısızlığı örtebilecek büyüklükte bir şal değil.

Müslüman kitleyi konsolide etmek için sert bir adım... Elbette, bu meseleden etkilenecek "Müslüman" var, ancak bu oylar konumlanmış zaten. Büyük bir kısmı AKP'nin seçmeni. Bir çok cemaat, tarikat de AKP'ye eklemlenmiş durumda. "Milli Görüş gömleğini çıkarmayanlar", Erdoğan'ı Ayasofya'ya göre eleştirmiyor ki! Erbakan Hoca'ya "ihanet" ettiklerini düşünüyorlar. "Müslüman devletlerin bir biri ile savaşmasına neden olmak meselesi de" Milli Görüşçülerin diğer bir Erdoğan eleştirisi. Erdoğan çok oy beklemesin buradan.

Mustafa Kemal'e karşı devrim... Erdoğan'ın böyle bir gündemi olduğunu zannetmem. Gençlik "hülyaları" olarak, bazı dindar kesimlerde "Mustafa Kemal ve İsmet İnönü'nün oluşturmak istediği yeni toplum mühendisliğine" karşı tepki oluştu şüphesiz. Ancak; toplumun çalkantı sürecinde, bu tepkilerin normalleştiğini, toplumun bir şekilde "yeni devletin yeni toplumu ile uzlaştığı" kanaatini taşıyorum. Dindar kesimler kendisini eskisi gibi sıkışmış hissetmiyor. Elbette bunda AKP ve Erdoğan'ın katkıları çok. Bu nedenle Erdoğan'ın böyle bir ajandası olamaz. Zaten 1,5 yıl kadar önce, bu konuda verdiği cevap, "sistemle çatışmayı" öngörmediğini anlatıyor.

İslam Dünyasındaki prestijini artırma... Erdoğan'ın diğer ülkelerdeki İslam toplumları üzerinde "prestij sahibi olma isteğini" biliyoruz. Ancak; İslam dünyası, dine giydirilmiş "ideolojik elbise" nedeniyle, hayli keskin bölünmüşlük yaşıyor. Ayrıca, İslam dünyası, farklı emperyal güçlerce ele geçirilmiş durumda. Dindarlar incinmesin ama kontrolün Müslümanlarda değil. Yine dikkate almamız gereken bir konu; diğer ülkelerdeki Müslüman toplumların, Türkiye'yi demokrasi ve özgürlükler adası olarak görmesi ve gıpta ile bakması. Bu nedenle, Erdoğan'ın "İslamcı dozunu artırması ile" prestij elde edebileceğini sanmam. Belki tam aksi prestij sağlar.

Seçimsiz demokrasi modeline geçmek... Erdoğan'ın iktidarda olmayı çok sevdiğini biliyoruz. Güçten hoşlanıyor. Belki de çoğu insan gibi. Erdoğan kendisini eleştiren batıya, tek bir işaret verdi, "bakın ben seçimleri kazanıyorum". Seçimsiz demokrasi çok farklı bir faza geçmek demek. Türkiye toplumu, çok katmanlı bir toplum. Ne toplum, ne ekonomi, ne uluslararası ilişkiler, böyle bir modeli kaldırabilir.

Diyeceksiniz ki, o değil bu değil.. Peki ne?
Yukarıdakiler "Ayasofya kararında" etkili olabilir. Ama asli faktör olmasını mümkün görmüyorum.
Ayrıca, Erdoğan'ın iktidarda kalmak için, "içerideki aktörleri ikna etmek" gibi bir zaruret hissettiğini de değerlendirmiyorum. Zaten herkes ikna olmuş durumda.
Erdoğan, kendi partisini ortaklarına göre dizayn etmek zorunda kalsa da, "Gazi Mustafa Kemal" söylemini öne çıkarmak zarureti hissetse de, Davutoğlu'nun elinden partiyi ve başbakanlığı alsa da, Abdullah Gül ve ekibini partiden uzaklaştırmış olsa da, partisi % 30'lara düşmüş olsa da, güç hala Erdoğan'da ve "güç" Türk siyasetinde tek "çözücü".

Ben," Ayasofya kararının" daha çok dışarısı ile alakalı olduğunu değerlendiriyorum.

Çok kabaca, Türkiye'nin dış politik eksen kaymasına bir bakalım.
Nasıl bir Türkiye vardı, Erdoğan öncesi?
NATO'ya üye, Amerika ile ilişkileri iyi, AB üyeliği isteyen, İslam Dünyasına müdahil olmayan, dışarıda iktidar dizaynı gibi konulara el değmeyen, bir Türkiye. Erdoğan bütün bunları değiştirdi.

2001'deki ikiz kulelere saldırı sonrası, "yeşil kuşaktan" vazgeçen Amerika, "demokrat muhafazakar" yönetimlerin uygun olduğunu düşünmeye başladı. Meşhur BOP eş başkanlığı hikayesi de böyle ortaya çıktı. Erdoğan da buna "evet" dedi.
Amerika, "demokrat muhafazakar modelle" İslam dünyasında yeni bir açılım deniyordu.
Hesapta, İslam dünyası da demokrasiye geçecekti.

Erdoğan "Milli Görüş gömleğini çıkarttı", ABD Ordunun Erdoğan'a darbe yapmasının önüne geçti, AB para musluklarını açtı. İşler planlandığı gibi gidiyordu.

Araplara da "bahar" gelmişti. Ocak 2011'de Tunus'ta başlayan "halk hareketleri", Ocak sonunda Mısır'a atladı. Şubat 2011'de ise Libya karıştı. Türkiye'nin burnunun dibindeki Suriye, Mart 2011'de sıcak savaşın yaşandığı, silahlı cihatçı grupların Irak batısı ve Suriye doğusunda birden bire büyük bir güç olarak ortaya çıktığı, bir coğrafyaya dönüştü.

Müslüman Kardeşler ve ona sempati duyan diğer siyasi organizasyonlar "Arap Baharı" sürecinde son derece etkili bir rol oynadı. Silahlı cihatçı gruplar, oyunun asli aktörleri tarafından proxy güçler halinde sahaya sürüldü. Birileri Esat'ı devirmeye çalışırken, sahadakiler İslam devleti kurma motivasyonu ile kapışıyordu.
 
Bu tablodan ne umuluyordu, bilmiyorum. Demokrat olmayan adamların, Araplara demokrasi getirmesi mi? Hiç sanmam. Bütün belirsizliklere, senaryonun darma dağınık olmasına rağmen oyuna devam edildi. Bazı aktörler kenara çekildi, hatta karşıt pozisyona geçenler oldu.

Tunus'ta, nispeten sıkıntısız bir demokratikleşme süreci başarıldı. Sürdürülebilir bir demokrasiden bahsetmek için henüz erken.

Mısır, Erdoğan'ın belki de en çok desteklediği ve Müslüman Kardeşlerin iktidarının "muktedir olmasını umduğu" bir yerdi. Bu konuda, hızlı adımların atılması da tavsiye ediliyordu. Ancak, Erdoğan ne Mısır'ı yeteri kadar tanıyordu, ne de Mısır ordusunu.
Mursi, bir müddet sonra kendisini tutuklayacak Sisi'yi ordunun başına komutan atayacak kadar, durumdan habersizdi ve kadroları da yoktu. Sonunda Müslüman Kardeşler ve Mursi, Amerikancı ordu tarafından devrildi ve hapishanelere dolduruldu.

Libya'da desteklenen Müslüman Kardeşler, ülkeyi yönetecek büyük halk desteğine sahip olamadılar. Erdoğan'ın desteklediği gruplar % 25'i geçemedi. Silah zoru ile Libya'nın kontrol edilmesi çözüm olarak görüldü. Ülke çözümsüz bir iç savaşa sürüklendi.
Gerilimin tırmanması, Türkiye'nin kendi ordusu ile savaşa girme riskini bile doğurdu.

Mart 2011'de başlayan Suriye halk hareketi; barışçıl bir ortamda gelişmedi. Ilımlı muhalif denilen gruplara ilaveten, Irak El Kaidesi, IŞİD, Nusra vb. ile karma karmaşık bir cephe savaşına döndü. Erdoğan'ın Esat'ı devirme siyasi hedefi gerçekleşmedi. Müslüman Kardeşler iktidara gelemedi. Ancak, Erdoğan; başlangıçtaki gerekçelerinin dışında, yeni gerekçeler ile Suriye'deki varlığını ve baskısını sürdürmeyi tercih etti.

BOP uzlaşısı da alt üst olmuştu. 2008'de Demokrat Obama'nın; "en değer verdiğim 5 liderden biri" diye tanımladığı Erdoğan ile ilişkileri, muhtemelen 2012'den itibaren bozulmaya başladı. Obama'nın "Suriye'de neler yaptığınızı biliyorum" çıkışı, hala karanlık. Trump iktidara gelmeseydi, Erdoğan ABD ilişkilerinin düzelip, düzelmeyeceği meçhul, bana göre.

Başlangıçta Amerika'nın BOP projesi çerçevesinde işler yürütülürken, taraflar ayrıldı, ABD kendi politikası olan, krallarla ve diktatörlerle iş görmeye, Erdoğan ise kendi "milli" senaryosunu uygulamaya koydu. Sahada Türk ordusu da vardı, Proxy unsurlar da, Müslüman Kardeşler de.

Bu sıcak alanlardan; Erdoğan'ın tanımlamasına-politikasına göre, "milli menfaatlerin" gerçekleştirilmesi umut edilirken, diğer yandan, özellikle AB ülkeleri üzerinde dolaylı baskıları da doğurdu. 

Peki bunların Erdoğan'ın Ayasofya kararı ile ne ilgisi var?

BOP çerçevesinde işbirliği yapılan bütün unsurlar, kaderlerini adeta Erdoğan'a bağladılar. Erdoğan için de bu unsurlar sahada kullanabileceği en önemli enstrümanlar.

Erdoğan'ın "milli meseleler" olarak sunduğu; Suriye, Libya, Mısır gibi kriz alanları, dolaylı olarak, özellikle AB üzerinde etki oluşturacak sonuçlar da doğuruyor. Göçmen meselesi gibi.

AB ülkeleri, bu baskıdan kaçınabilmenin yolunu, Erdoğan'dan daha çok demokrasi talep etmekten vazgeçmekte buluyor.

Anlayacağınız; Erdoğan söz konusu kriz alanlarında "milli çıkarlar" olarak tanımladığı, operasyonları sürdürürken, AB ülkelerinin demokrasi taleplerini de savuşturabiliyor. Türkiye'nin coğrafyasının stratejik değerinin yüksek olması, Erdoğan'ı bu ilişkide elini daha da güçlendiriyor.

Bir anlamda, dışarıdakilerin ikna zorunluluğu da ortadan kalkmış, donmuş bir alanda Erdoğan'la ilişkiler biçimine dönüşmüş oluyor. Türkiye AB ilişkileri ne ilerliyor, ne de kesilebiliyor. Son AB dış işleri bakanları kararlarında da bu paradoksal durumu gördük. Ancak bu durum Erdoğan'a katkı sağlıyor.

Suriye ve Libya'da barış ve normalleşme olursa, Erdoğan'ın özellikle AB üzerinde söz konusu etkileri oluşturabilmesi mümkün olmayabilir. Hatta kendi ülkesindeki vatandaşlarından isteyebileceği "fedakarlığın limiti" de hayli azalır.

İşte Ayasofya hikayesi de burada başlıyor.

Türkiye'nin "milli menfaatleri" olarak halka takdim edilmiş, bu gün için sıcak durumdaki Libya ve Suriye mücadelesinin, sürdürülebilirliğinde, Erdoğan'ın proxy unsurları olarak rol alan Müslüman Kardeşler veya ondan türemiş unsurların, hatta bu unsurlardan olmakla birlikte, zamanla paralı askere dönüşmüş grupların motive edilmesi gerek.

Ayasofya kararı, size başka bir şey ifade ederken, sahada olan adamlara başka anlamlar ifade edebilir. Kendinizi, Mısır'da zindanda, Suriye'de ve Libya'da cephede olan Müslüman Kardeşler mensubu olduğunuzu düşünün. Sizi destekleyen ülkenin liderinin aldığı bu ve buna benzer "dini motifli" kararlar, elbette sizin zafer için ümitlerinizi artıracak, moralinizi düzeltecek, mücadele azminizi çoğaltacak. Kendi yönetimlerini sevmeyen, Erdoğan'a hayran olan halklar da gelecek mücadelelerinde daha sabırlı olabilecekler.

Proxyler alanda daha moralli mücadele edebilirler, bu mücadele gücü artıkça, kriz alanlarında Erdoğan'ın rolü sürecek ve bu durum AB üzerindeki baskının da sürmesini sağlayacak. Erdoğan gereksiz yere AB ülkelerini ikna etmek zorunda kalmayacak. 

Olanlara bir de bu gözle bakın derim... Bu da benim analizim...




Yorumlar

  1. Doğru ancak sahadaki elemanlara maddi kaynak akişi hayli zayıflamış ki böyle bir yola başvurdular gibi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Daha sert bir çarpışmaya hazırlanılıyor olabilir. İbrahim Karagül yıllardır bu büyük çarpışmaya milleti-tabanı hazırlamaya çalışıyor. Evanjeliklerin "mehdi çağrısı" gibi.

      Sil
  2. Fatih
    Evet... Doğru... Dikkatli bakışlar hadiseleri kutsal metinlerden uzak kalarak yapmamalı... Mehdiye zemin hazırlıyoruz.... sadat...paramiliter grupları hazırlama...tsk dizaynı vs daha kapsamlı bir değerlendirme olur gibi .... Bir de 2. Dünya savaşının taşları 1929 ile devam etmiş... Hitler in şansölye olması iç dinamiklerin temizlenmesi o dönem koministler ve yahudiler vs en son işgale başlama
    Çok bir farklılık sanki yok gibi...
    O gün saha AVRUPA idi
    Bugün saha ORTADOGU ve PASIFIK
    Hadisler değişsede Tarih misliyle tekerrür ediyor

    YanıtlaSil
  3. Adelina Hanım, sizdeki bu analizleme yeteneğine hayranım. Çünkü bende bu yetenek pek kısıtlı. Her yazınızda ufkum açılıyor

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

medya etigine aykiri yorumlar kabul edilmez