Abdullah Gül ne
pişiriyor acaba?
(Bu yazı 14 Haziran 2019
tarihinde yazılıp, yayınlanmıştır)
Yıl 2005, üniversite öğrencisiyim ve gazetecilik okuyorum.
Kosova, yeni savaştan çıkmış ve UNMİK yönetiminde, “devletin
inşası” aşamasında.
Henüz, Kosova Devleti kurulmamış ve “Bağımsız Kosova Devleti”
ilan edilmemiş.
Arnavut milliyetçiliği ülkede had safhada.
Kosova medyası, “Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün
ziyareti” haber ve yazılarıyla çalkalanıyor.
İlk fotoğrafını gördüğümde, “Koca kafalı, esmer, tipik bir
Türk diye düşündüm”. Çok önemsemedim. Ama “mahcup, samimi, içten gülümsemesi”
dikkatimi çekti.
“Sade bir adam, saf bir adam” dediğimi hatırlıyorum,
fakültedeki arkadaşlarıma.
Abdullah Gül’ün iki cümlesi çok dikkatimi çekmişti. Ki o zamanlar
bu iki cümle, Kosova toplumuna tam “oturmuyordu”. Cümlelerin ifade ettiği
anlamlar, düşünemeyeceğimiz kadar “uzak” geldi bize.
Abdullah Gül;
·
“Balkanlar
Avrupa Birliği’nin yeni merkezidir. Hem Türkiye, hem Balkanlar, buna göre
hazırlanmalı”
·
“Kosovalı
Türkler, burada-Kosova’da, azınlık değildir, % 80 azınlık olur mu?”
diye iki kritik cümle sarf etmişti, Kosova’yı ziyaretinde.
Osmanlı, ortak tarih, kardeşlik, iki devlet-bir millet gibi,
hamasi sözler bekleniyordu, Abdullah Gül’den. Ama o bambaşka şeyler söylemişti.
Kosovalı Türkler de pek sevmemişti bu cümleleri.
Birinci cümle; AB sürecinde hızla ilerleyen o zamanki Türkiye’nin,
Balkanlar’daki etkisini artırmaya ve de AB’yi Balkanlara daha çok çekerek,
Türkiye’nin AB’deki rolünü güçlendirmeye dönük anlam taşıyordu.
İkinci cümle ise; Kosova’daki Türklere;
“Arnavut-Boşnak-Roman-Türk, hepiniz Müslümansınız, kültürel kodlarınız aynı, birlik
olun, hem kendiniz güçlenin, hem de Kosova’yı elbirliği ile güçlendirin,
demekti.
Son derece stratejik değeri olan iki cümle. “Küçük başarı
alanlarını” birleştirerek “büyük faydalar üretmeye” dönük, uzak görüşlü, “devlet
adamlığı” ağırlığı taşıyan, iki kritik cümle.
Balkanlar ve Türkiye ilişkilerini, bu denli stratejik
okuyabilen, Balkanlara düşkün ve Balkanları bildiğini zanneden, Davutoğlu
dahil, hiç kimseden “bu ağırlıkta-bu çekide” bir cümle işitmedim.
Erdoğan; Balkanlara “fethedilecek topraklar”, “İslam’a
dönüştürülecek topluluklar” olarak baktı ve Türkiye’yi Balkanlarda bir avuç
kliğin fanatik anlayışına teslim ederek, kaybetti.
Abdullah Gül, Türkiye’yi hiçbir zaman maceraya sokacak,
sorumsuz, fevri adımlar atmadı. Cumhurbaşkanlığı sırasında, fevri adımlar
atacakları da engelledi. Elbette yapabildiği ölçüde.
Ben dahil, Türkiye’de bir çok insan Abdullah Gül’den masaya yumruğunu
vurmasını bekledi. Yapmayınca da, ben dahil, bir çok kimse onu suçladı. Belki,
anti demokratik yasalara onay vermesi nedeniyle, hala onu suçlayanlar var. Ama
unutmayın, hiç birinizin bahçesine “Askerin başı genel komutan” helikopterle
inmedi.
Biliyor muyuz “aslında ne oldu o zaman?” Hayır.
Bu suçlamaların büyük bir çoğunluğu, bizlerin bilgi
eksikliğine dayandığı kanaati var bende. Türkiye’nin ve Türkiye toplumunun,
uzun bir süredir, zor zamanlar yaşadığı ve herkesin bir ümit beklediği, apaçık
bir mesele. Bunu onun da bildiğinden emin olmak lazım. Demek AK P içindeki güç
mücadelesi, AK P’nin siyasi duruşunun belirlenmesi mücadelesi, sandığımızdan ve
görebildiğimizden daha dehşetengiz.
Esas bu noktaya odaklanmak lazım.
Abdullah Gül, AK P’nin kuruluşundaki “ iki numara”. Gül;
uluslararası tecrübesi olan, iyi derece İngilizce bilen, parti içindeki fikir
ve menfaat gruplarının arasında denge unsuru olabilen, AK P’nin çekirdeğini
teşkil eden “fikri temel” üzerinde etkili, temkinli, dünyadaki gelişmelere
ilişkin yayınları okuyan, bir politikacı.
Abdullah Gül, ayrıca, sıradan bir AK P’li değil. AK P’ye
ciddi toplumsal ve entelektüel destek verebilecek kapasiteye sahip,
uluslararası prestiji olan birisi. Deyim yerinde ise, kurulduğu devirde bir
çeşit koalisyon olan AK P’nin, en büyük ve en etkili grubunun lideri.
Abdullah Gül’ün partide etkisi hala çok güçlü. Aksi olsaydı,
bir tweetine kıyamet koparılmazdı herhalde.
Ama ortalarda yok, “mehteran gibi” iki ileri bir geri,
dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Deminden beri size onun kişilik analizini
boşuna yapmadım. “Hatice’ye değil neticeye bakın” diyorum. Biraz sabır
gerekiyor, ama biz bir neticeye odaklanalım.
Netice şu: Abdullah Gül, kısa vadeli düşünmüyor ve kısa
vadeli adımlar atmıyor. Uzun vadeli bakıyor olaylara. Planları “başarı” üzerine
kurgulu, başarısız “huruçları” sevmiyor. Kaosu içinden çıkılamayacak “felakete”
dönüştürmek istemiyor. Neticeden “emin” olmalı. “Eminden” de emin olmalı. Ortada
dolaşan “çakma kabadayılardan” daha akıllı, planlı ve daha güçlü. Ortadaki
“flu” durum, aslında bize, Abdullah Gül’ün daha derin ve daha uzun vadeli
oynadığını düşündürtmeli. Ayrıca telaşın netice alabileceği bir “ortam” da yok.
Unutmayın asıl neticeyi; soğukkanlı ve uzun vadeli düşünenler
ile başarılı planlar yapanlar ve adımlarını hesaplı
atanlar, kazanır.
Bence resme odaklanın. Abdullah Bey “mutfakta” çok iyidir.
Ne pişiriyor, dersiniz?
Kayseri katmerli. Hamur ve tahinle yapılır. Kahvaltıda yenir.
YanıtlaSil